Albert Einstein(1879-1955, Nobel Fizik 1921)
1. Sessiz Yanardağ
2. Çok Yönlü Bilimsel Miras
3. Faşizmin Yükselişi ve Einstein
4. Özel ve Toplumsal Yaşam
5. İtirazları: ‘Tanrı, Zar Atmaz!’
6. Bertrand Russell Diyor ki
Bazı bilimcilerin hayat öyküsünü anlatmak kolaydır. Çünkü belirli bir teori ya da denklem icat etmişler ve doğanın çok özel bir yönüyle ilgilenmişlerdir. Einstein, farklıdır. Atomdan Evrene, fotondan kara deliklere uzanan çok küçük ve çok büyük ölçeklerle ilgilenmiş ve bu konularda keşifler yapmış, öngörülerde bulunmuştur. Bazı bilimsel buluşlar için filanca bulmasaydı, bir başkası onu kısa zaman sonra bulacaktı denir. Kütlenin korunumu ve enerjinin korunumu yasaları buna örnek verilebilir. Fakat, tarihte dehanın rolü de inkâr edilemez. Hemen ilk akla gelen iki örnek, Newton ve Einstein’dır. Einstein, tarihte dehanın rolüne bilim alanında verilebilecek en somut örneklerden biridir. Özellikle genel görelilik, onun dehasına işaret eden çok büyük bir keşiftir. Amerikalı fizikçi Richard Philip Feynman (1918 – 1988, Fizik Nobel 1963) göreliliğe atıf yaparken adeta Einstein’ı kristalleştirir: “Doğru olan ya da en azından ardışık süzgeçlerden geçmeyi sürdüren ve çok daha fazla gözlemle geçerliliğini devam ettiren bir yasa formüle etmek, büyük bir zekayı, imajinasyonu ve felsefemizin, uzay ve zaman anlayışımızın eksiksiz bir şekilde yenileşmesini gerekirir.”
Tarihin sırası gelen buluşu, insanlığın önüne koyacağı doğru değildir; eğer bu görüş doğru olsaydı, benzer buluşların belirli toplumlarda değil, tüm toplumlarda eşzamanlı ya da yakın zamanlarda bulunması gerekirdi. Einstein gibi zihinler, ancak birkaç yüzyılda rastlanacak zihinlerdendir.
Gerçi Einstein, “Bende özel yetenek arayanlar yanılıyor; sadece derin bir anlama merakım var!” demişti. Evet, koca deha “özel yetenek” konusunu reddediyor; ama altını çizdiği şey, “derin bir anlama merakı”dır. Bu da herkeste olan bir şey değildir. Hatta herkesin doğuştan meraklı olduğu görüşü bile abartılıdır. Evreni anlamak için merak etmeye, araştırmayı ve anlamayı da eklemek gerekir. Gösterişten, kendi kendini övmekten her zaman sakınmış olan Einstein, yalnız yirminci yüzyıla damgasını vurmakla kalmamış, gerçekten ancak birkaç yüzyılda bir görülen dahilerden biri olarak iz bırakmıştır. O bir bilim adamı olarak büyük teorilere imza atmış, bir dünya vatandaşı olarak sorunlar konusunda aktif düşünceler ileri sürmüştür. 1905 yılında, daha yirmi beş yaşındayken, bir yanardağ gibi patlamış, yazdığı her biri Nobellik beş makale ile ilk büyük çıkışını yapmıştır. 1915 yılında genel görelilik teorisini tamamlamış, sonra da her zaman içeriği zengin ve öngörülü makalelere imza atmıştır.
1. Sessiz Yanardağ
Belki de ‘gösterişsiz enerji’ demeliyim; ama yanardağ benzetmesi, hem onun beklenmedik büyük çıkışını, hem de dünya görüşümüzü altüst etmesini vurgulamada daha dikkat çekici geldi bana. Albert Einstein, pek de dindar olmayan Yahudi bir ailedendi. 14 Mart 1879′ da Almanya‘ nın Ulm kentinde doğdu; 18 Nisan 1955′ te, 76 yaşında iken ABD’ de öldü. İçe kapanık, oyundan hoşlanmayan, geç konuşmuş (rivayete göre 4 yaşında konuşmuş) bir çocuktu. Bu yalnızlık döneminin izlerini tüm yaşamı boyunca korudu. Annesi Paulin‘ in isteği üzerine 6 yaşında keman dersleri almaya başladı. Klasik müzik kültürü, yaşamı boyunca onun için dinlendirici bir uğraş oldu. Cep pusulasının esrarıyla ilgili soru sormaya başladı. Bir pusulanın iğnesi neden hep aynı yönde dönüyordu? 4-5 yaşlarında kendisine sorduğu bir soruydu bu. Daha sonra kendisinin de söylediği gibi pusulanın bu davranışı karşısında “donup kalmıştı”. 12 yaşına geldiğinde Pisagor teoremiyle tanıştı ve görünürdeki karmaşıklığa karşın bir dizi olgunun basit bir açıklaması olacağına inanmaya başladı. Liseye yazıldı. Einstein, bir genç adam olarak çalışkanlıkta göz doldurucu görünmüyordu. Yavaş konuşuyor, yavaş okuyor ve yavaş öğreniyor görünüyordu. İlerde büyük adam olacak dedirtecek meziyetler ortalıkta yoktu. Hatta Latince öğretmeni bir gün “sen asla bir şey olamayacaksın Eistein” diye bağırmıştı. O, daha bu yaşlarda okulun eğitim anlayışını ve öğretmenlerin sertliğini küçümsüyordu. 13 yaşındaki oğlu için lise müdürüyle görüşmeye giden babanın aldığı yanıt hayli ilginçtir:
“ Ne yaparsak yapalım fark etmez. Albert hiçbir konuda asla başarılı olamaz.”
Sonra 1894′ te babasının işi bozuldu ve aile, Almanya’dan İtalya‘ nın Milano kentine göç etti. On beş yaşındaki Einstein, okulu bitirinceye kadar pansiyonda kalacaktı. Bu, altı ay kadar sürdü; ama otoriter yönetim onu okuldan attı. Genç adam Milano’nun yolunu tuttu. 1895 yılı boyunca orada notlardan çalışmalarını sürdürdü.
O yıllardaki deneyimleri, katı bir disiplini ve skolastik eğitim uygulayan Alman okul sisteminden soğumasına yol açtı. Okuldan atılmış birini üniversiteler alır mıydı? İsviçre’nin ünlü Zürich Teknik Üniversitesi, zorlu sınavları geçen herkese kapılarını açıyordu. 16 yaşındaki Einstein, Zürih Teknik Üniversitesi’ne girmek istedi. Ama matematik dışındaki konularda -modern diller, zooloji ve botanik bilgisi– eksik olduğu için üniversiteye alınmadı. Zaten sınava hiç hazırlanmamıştı. Ancak o yılmadı. Bir İsviçre kasabasında liseye devam etti. Burası “korku, güç ve yapay bir otorite” ile yönetilen Alman okullarına benzemiyordu. Lise diploması aldı, 1896′ da Zürich Teknik Üniversitesi‘ nin fizik ve matematik öğretmeni yetiştiren bölümüne kaydolmayı başardı .
Zürich Teknik Üniversitesi, onun düşüncelerini şekillendirdi. Öğrenime başladığı zaman büyük matematikçi Hermann Minkowski (1864-1909) ile karşılaştı. Her bilim adamının iyi bir öğretmen olduğu söylenemez. Einstein, Minkowski’ nin derslerini pek ilgi çekici bulmadı; ama Einstein’ın öğretmenliği de çok başarılı değildi! Kuramlarının matematiksel formülasyonunda Minkowski, ona esin kaynağı oldu. Doğrusu, Minkowski de o zamanlar Einstein’i sevmiyordu, çünkü ona “tembel köpek” diyordu. Einstein, Teknik Üniversite’den 1900′ de mezun oldu; İsviçre vatandaşlığına geçti; kısa bir süre öğretmenlik yaptı. Disipline karşı tutumu yüzünden öğrencilerin tarafından çok sevilen, fakat başarısız bir öğretmendi. Bu sevgisizliğin nedeni, üzerinde kafa yorduğu konular yerine resmi müfredatı uygulamak zorunda olmasıydı. Einstein, Halya’da bir tatilden sonra, eğitimini İsviçre Federal Politeknik Okulu’nda 1901’de tamamladı; çok az derse girdiği halde, bir arkadaşının tuttuğu mükemmel ders notları sayesinde kursları geçmeyi başardı. Einstein akademik bir görev bulamayınca, 1902′ de İsviçre’ nin Bern kentindeki patent bürosunda memur (“üçüncü sınıf teknik uzman”) olarak çalışmaya başladı. Görevi, bürodan onay almak üzere teslim edilmiş birçok icat arasından seçim yapmaktı.
Patent Bürosundaki Yaratıcı Memur
1905 yılında yazdığı o her biri Nobellik beş (üç temel, iki ek) makaleyi yazdığında bir memurdu. Üniversitede kürsüsü olan birisi değildi. Elinin altında ciddi bir kütüphane bile yoktu. “Einstein, patent bürosunda bir memurdu” denince, insanın aklına bizdeki “bugün git yarın gel memurluğu” gelir. Patent bürosu, öyle sıradan bir yer değildi aslında; en önemlisi memur, sıradan bir memur değildi! Burada yeni buluşlara patent veriliyor ve keşifler inceleniyordu. Büroya sunulan buluşların temel düşüncelerini kısa zamanda ortaya çıkarma işi Einstein’ da teorik düşünme yeteneğini geliştirdi. Ayrıca bürodaki görevi, bilimsel aletlerin yapılması konusundaki merakını kamçıladı. Elektrik yüklerini ölçmek için geliştirdiği küçük bir alet, bugün Bern’ de sergileniyor.. Einstein’ in yeni buluşlara ve aletlere ilgisi sandığımızdan fazla. Patent bürosundan ayrıldıktan sonra bile Avrupa’ da yeni aletler üzerine çalışan bazı fabrikalarda danışmanlık (müşavirlik) yaptığını görüyoruz. Bu icatların bir kısmı, sayelerinde ekonomik hanedanlıklar kurulacak olan hünerli aletlerdi, bir kısmı da komik ve inanılması güç şeyler ve basit makinalardı. Einstein önce aletleri inceliyor, sonra da onlarla ilgili bilgilerin sunulduğu metinleri okuyordu… Orada çalışırken, en karmaşık görünen şeylerin bile basit, temel prensiplere indirgenebileceğini öğrendi ve bu dersi hiç unutmadı. 1905’teki dahi vuruşunun temelleri işte böyle atıldı.
Kavrayışlı bir zihine sahip olan mühendis Michele Besso (1873-1955), Einstein’in patent bürosundaki günlerinden tanıdığı yakın arkadaşıydı. Bu iki arkadaş, elli yıl boyunca yazışmışlardı. Einstein’in özel görecelilik konulu 1905 yılı yazısında teşekkür borçlu olduğunu yazdığı tek şey onunla sohbetleriydi. Ne şeref! Einstein’in arkadaşı onun ölümünden bir ay önce, İsviçre’de öldü. Einstein, Besso’nun oğlu ve kız kardeşine, mutlak determinist dünya görüşünü ifade ederek şunları yazmıştı:
“Şimdi o bu tuhaf dünyadan, biraz benden önde giderek ayrıldı. Bu hiçbir şey demek değildir. Bizim gibi, fiziğe inan insanlar, geçmiş, şimdiki zaman ve gelecek arasındaki ayırımın yalnızca inatçı, ısrarlı bir yanılsama olduğunu bilirler.”
Akademik Kariyerde Tırmanış
Molekül boyutlarının hesaplanmasına ilişkin bu ilk çalışmasıyla, 1908’de, Zürich Üniversitesi’nden doktor ünvanı aldı. 1909 Sonbaharında Zürih Ünivresitesi’nde bir fakültedeki göreve başlamak üzere patent bürosundaki işini bıraktı; yardımcı profesör olarak işe başladı. Artık otuz yaşına gelmişti. Bir bakıma termodinamiğin kurucularından Alman fizikçi Rudolf Clausius’un (1822-1888) ardılı oldu. Einstein’ın biyograflarından Almanya doğumlu Amerikalı fizikçi Abraham Pais (1918-2000) “Clausius’un 1867’de üniversiteyi bırakmasından beri, teorik fizik ya da matematiksel fizik profesörü yoktu” diye not düşer. Ayrıca kimi zaman coşkulu bir öğretmen havasına giren Einstein’ın şöyle bir portresini çizer: “ Sınıfa epeyce pejmürde bir kılıkla girerdi, üstünde hayli kısa gelen bir pantalon bulunurdu ve yanında ders notlarını karaladığı kartvizit bir kağıt pusula taşırdı.” Einstein’ın asistanlarından Ernst Straus ise “Fikirlerini açıklamaktan hoşlanırdı” diye belirtir. “Üstelik içten gelme ve yapmacıksız terimlerle düşünme tarzından dolayı bu konuda olağanüstü iyiydi. Galiba can sıkıcı bulduğu şey, o anda ilgi odağına girmeyen konuları hazırlayıp sunma gereğiydi. Bu bakımdan derslere hazırlanmak düşüncelerini aksatırdı.”
1911’de Zürihten Prag’a taşınarak Karl Ferdinand (Alman) Üniversitesi’nde profesör oldu. Orada görüş alışverişinde bulunabileceği çok az kişi olunca on altı ay sonra yine Zürih’e döndü ve İsviçre Teknik Üniversitesi’nde (Zürih Politeknik Ünviversitesi) çalışmaya başladı. 1911’de Güneş gibi büyük kütleli bir nesnenin çevresinden geçen ışığı saptırdığını varsayarak, Güneş tutulmasının yıldız ışıklarının sapmasını ölçmekte kullanılabileceğini düşündü. Bu düşünce, Güneş tutulması sırasındaki gökyüzüyle normal gece zamanındaki gökyüzünü karşılaştırmaktan ibaretti. Gece, uzak yıldızlardan gelen ışık, Dünya’ya doğdrudan ulaşır. Güneş tutulması sırasında ise Güneşi, yıldızlar ve Dünya arasına girer. Einstein’ın hipotezine göre tutulan Güneş’in yanındaki yıldızların fotoğrafındaki konumları ile karşılaştırıldığında ışıkları Güneşe doğru Güneş tarafından çekiliyormuş gibi bir görüntü elde edilecekti.
Altın Yumurtlayan Tavuk
Çalışmalarıyla çağdaşları arasında önde gelen bir deha sayılmaya başlanmıştı. 1913 ilkbaharında Max Planck (1858-1947, Fizik Nobel 1918) ve Walter Nernst (1864-1941, Kimya Nobel 1920) eşleriyle birlikte bir gezi yapmak ve bu arada Berlin’e gitmesi için Einstein’ı ikna etmek üzere Zürih’e geldiler. Sundukları teklif, yüklü bir maaşla Avrupa’da bir kuramsal fizikçi için en iyi pozisyon olan Berlin Kaiser Wilhelm Enstitüsü’nde (sonradan Max Planck Enstitüsü) müdürlük, Prusya Bilimler Akademisi’nde bir iskemle ve Berlin Üniversitesi’nde profesörlük içeriyordu, ders verme yükümlülüğü yoktu. Einstein, Berlin’den gelen bu öneriyi düşünürken Planck ve Nernst, Prusya Eğitim Bakanlığına yazdıkları mektupta bir yandan, Einstein’ın “modern fizikte seçkin bir katkıda bulunmadığı hiçbir alandan söz edilemez” diyorlar, öte yandan da “ışık kuantumları teorisinde hedefleri tutturamamış” olduğunu belirterek, bunun normal karşılanmasını istiyorlardı. Oysa o konuda da hedefi tutturmuştu. Sonunda Einstein, öneriyi kabul etti, 1913′ te Zürih’ten Almanya’ya döndü ve Berlin’ e yerleşti. “Berlin’deki beyefendiler sanki altın yumurtlayan bir tavukmuşum gibi üzerimde kumar oynuyorlar” diye anlatmıştı bir dostuna Berlin’e gelmeden önce ve eklemişti: “Oysa kendi hesabıma bir başka yumurta verip veremeyeceğimi bile bilmiyorum.” Oysa bu ‘tavuk’, iki yıl sonra içi altın dolu genel görelilik yumurtasını yumurtlayacak, sonra da pek çok yumurta verecektir. Sevmediği akademik dünyaya dönme konusundaki kendi içindeki direnişine rağmen, bu pozisyon ona Planck da içinde olmak üzere zamanın en büyük fizikçileri ile birlikte çalışma fırsatı verdi. Bu fizikçilere katılmak, onun yaşamının etkileyici deneyimlerinden biriydi. Einstein, Berlin’de özgül ısı kuramına katkıda bulundu ve Planck’ın kara cisim ışıması yasasına yeni bir ivme kazandırdı. Bu son çalışmasında, kendisinin ışık parçacıkları (sonraki adıyla fotonlar) fikrini kullandı ve uyarılmış ışık yayılması kavramını- modern lazerler bu ilke temelinde çalışır- getirdi.
Einstein ile Planck, aslında pek çök özellikleriyle birbirine ters iki bilimciydi. Einstein, her türlü formalite ve seremoniden hoşlanmayan, Prusya disiplininden, militarizmden ve milliyetçilikten nefret eden, barış yanlısı biriydi. Planck ise resmi görünümlü, ağır başlı, aristokratik bir yaşam tarzını benimsemişti. Fakat Einstein, Planck’a derin bir saygı duyuyordu, çünkü Planck’ta sağlam bir karakter, dürüstlük ve bilime derin bir bağlılık vardı.
2. Çok Yönlü Bilimsel Miras
Einstein’ın mirasını anlatmak için bir makalenin boyutları yeterli değildir; ama satır başlarıyla olsa bazılarına değinebiliriz. Bugün evreni açıklamak için iki temel kısmi teori (kuram) kullanıyoruz: kuantum mekaniği ve genel görelilik. Bu ikisi de yirminci yüzyılın ilk yarısının büyük entelektüel başarılarıdır. Einstein, genel görelilik kuramını tek başına yaratmış, kuantum kuramının da öncüleri arasında yer almıştır. Önce 1905 yılındaki sarsıcı makaleleri var.
(a) Özel Görelilik ve Mucize Yıl
Bunların başında özel görelilik var. Özel görelilikten çıkan çok önemli sonuçlar vardır. Bunlardan birincisi, ışığın yayılması için uzayın eterle dolu olduğu yolundaki uğraşlara son darbeyi indirmesidir. İkincisi, ışık hızının herkes için aynı olması gerektiği varsayımı, hiçbir şeyin ışıktan daha hızlı hareket edemeyeceği anlamına geliyor. Üçüncüsü de kütle ile enerjinin ilişkisidir. Kütle ve enerji eşitliği , Einstein’ın ünlü E= mc2 eşitliğinde ifade edilmiştir. Buna göre kütle, enerjinin oldukça yoğun bir şeklini temsil eder. Küçük bir kütle, büyük bir enerjiye karşı gelir. Yalnız kütle ve enerji kavramlarımızı değil, aynı zamanda uzay ve zaman kavrayışımızı baştan sona değiştirdi. Newton mekaniğinin kabul ettiği mutlak uzay ve mutlak zaman kavramlarının yanlış olduğunu gösterdi. Einstein “mucize yıl” da denen 1905 yılında, özel görelilikten başka, fotoelektrik olayı ışığın kuantumlu yapısına dayanarak açıklamış ve kuantum teorisinin kurucularından biri olmuştur. 1921’de fotoelektrik olayı açıklaması dolaysıyla fizik Nobel Ödülü’nü kazanmıştır. Yine 1905’te yazdığı makalelerinden birinde Brown hareketlerinin matematiksel analizini yaparak (istatistiksel mekanik) “atomun varlığını” kanıtlamıştır. O zaman Einstein, daha 26 yaşındaydı. Fizik ve felsefe dünyasında Newton mekaniğinden esinlenen determinizm görüşü egemendi. Determinizm, herşeyin birbirine nedensellik bağı ile bağlı olduğu inancıdır. Gerçi 1900 yılında Max Planck (1858-1947), enerjinin de parça parça yayıldığı görüşünü açıklamıştı; ama doğada süreklilik olduğu yolundaki önyargı egemenliğini sürdürüyordu. Oysa atom-altı düzeyde kesinlikler, yerini olasılığı bırakmıştır. Yani atomun içindeki dünyanın temel yasaları, kesinlik yasaları değil, olasılık yasalarıdır.
Özel görelilikte, hareket eden nesneler, hareket doğrultularında sıkıştırılmış gibi görünür. Örneğin proton, üç kuarktan oluşan bir küredir onu ışık hızının yüzde 99.99995’ine kadar hızlandırsak, onu hareket doğrultusunda binde bir oranında yassılaştığını görürüz. Işık hızına yakın hareket eden saatler, daha yavaş çalışır.
Minkowkski, 1908’de Köln’de, Alman Doğabilimci ve Fizikçiler Onsekizinci Toplantısı’nda ‘Uzay ve Zaman’ adlı coşkulu bir konferans verdi. Konferansının girişinde şunları söyledi:
“Uzay ve zamana ilişkin olarak size sunmak istediğim görüşler, deneysel fiziğin toprağından fışkırıp çıkmıştır ve güçleri de buradan gelmektedir. Radikal görüşlerdir bunlar. Bundan böyle başlıbaşına uzay ve başlıbaşına zaman sönüp giderek birer gölge haline gelmeye mahkumdur. Yalnızca ikisinin bir tür birliği bağımsız bir gerçeklik olarak ayakta kalacaktır.”
Özel Görelilik kuramının bu konferansla sahneye çıktığı söylenebilir; ama Minkowkski’nin makalesinin pek ilgi uyandırdığı söylenemez. 1911’de ünlü Alman fizikçi Max von Laue (1879-1960, Fizik Nobel 1914 ), özel görelilik kuramı hakkında ilk ayrıntılı matematiksel kitabı yazdığında Einstein, yarı şaka “ Ben bile Laue’nin kitabını zorlukla anlıyorum” dedi. O dönemin en büyük matematikçilerinden olan Göttingen Üniversitesi matematik profesörü David Hilbert (1862-1943) bir keresinde şöyle söylemiştir:
“Matematik şehri Göttingen’in sokaklarındaki her çocuk dört boyutlu geometriyi Einstein’dan daha iyi anlar. Yine de işi matematikçiler değil, Einstein başarmıştır.”
Nasıl olur diyorsanız daha vahimini dinleyin. Hilbert, bir grup matematikçiye de şunu söylemiştir:
“Bizim kuşağımız içinde uzay ve zamana ilişkin en orijinal ve derin şeyleri neden Einstein’ın söylediğini biliyor musunuz? Çünkü uzay ve zaman felsefesi ve matematiği hakkında hiçbir şey öğrenmemişti.”
(b) Genel Görelilik
Einstein genel görellik kuramına 1915 yılının sonunda ulaştı. Einstein, bu teorisini kurarken, Euclides geometrisini değil Riemann geometrisini kullanmıştır. Eliptik geometrinin içediği uzay yorumuna ilişkin Einstein’ın şu ifadeleri ilginçtir:
“ Bu yoruma –uzay geometri– büyük önem veriyorum. Ondan haberim olmasaydı, genel rölativite teorisini hiçbir zaman geliştiremeyecektim.” Genel görelilik kuramı, uzay ve zamanı, olayların içinde akıp gittiği, pasif-edilgen bir yapıdan kurtardı ve evrenin dinamikleri içerisindeki etkin rolünü ortaya çıkardı.
Genel göreliliğin çok zengin bir hazine olduğu zaman içinde ortaya çıktı. Bu kuram yoluyla, Evrenin genişlemekte olduğunu, galaksilerin birbirinden giderek uzaklaştığını, uzay ve zamanın bir başlangıcı olduğunu, uzay ve zamanın bir olgunun iki yüzü olduğunu, yıldızların bir evrimi olduğunu, uzayda karadelikler gibi içinden bilgi sızmayan nesneler bulunduğunu hep bu kuramdan öğrendik.
Tanrı için Üzülecektim!
Yıl 1919. Birinci Dünya Savaşı’nın yeni bitmiş. İngiltereli astronom Arthur Eddington, Einstein’ in kuramını duymuştu. 29 Mayıs 1919 da Einstein’ ı doğrulayan Güneş tutulması sonuçlarını Royal Society kuruluşuna sundu. Bu konudaki haberler ilk olarak tarafsız bir ülke olan Hollanda’daki fizikçi Hendrik Lorentz’ e geldi. Lorentz, o sıra Berlin’ de bulunan Einstein’ a bir telgraf çekti.
Telgraf, Einstein’ in eline geçtiğinde odada bir öğrencisi de vardı. Telgrafı öğrencisine uzatarak “Bu seni ilgilendirebilir” dedi. Öğrenci telgrafı açtı ve kuramının doğrulandığını bildiren satırları okuduktan dan sonra bir sevinç çığlığı attı. Einstein ise heyecanlanmadı ve öğrencisine de çıkıştı:
” Kuramın doğru olduğunu biliyordum, sen şüphe mi ediyordun ?”
Öğrenci şaşarak sordu:
” Peki ya deney, genel görelik kuramını doğrulamasaydı ne diyecektin ?”
Einstein kuramından emindi, ama Tanrı için endişeliydi:
“O zaman, sevgili Tanrı için üzülecektim. Kuram doğrudur.”
Kuramına duyduğu özgüvene bakar mısınız? Bu konuda ne denli haklı olduğunu geçen yıllar kanıtlamış bulunuyor. Tanrı için üzülecektim diyen bu adam 1920’lerin ortalarından ölümüne dek yankılanan bir söz daha söylemişti: “Tanrı, zar atmaz!” O, kendi yarattığı bir kozmos düzenine Tanrı adını veriyordu. Onu kimi zaman “İhtiyar”, kimi zaman “Yaşlı Adam”, kimi zaman Gerçek Yakup” gibi adlarla anarak kavram kısaltması yapıyordu.
Genel görelilik, 1960’lara dek bir bakıma kenarda kaldı. Bunun önemli nedenlerinden biri kuramın çok zor olduğu yolundaki önyargıydı. 1920’lerden kalan bu önyargı için anlatılan bir öykü vardır:
Arthur Edington’a sormuşlar: “Genel göreliliği yeryüzünde üç kişi anlıyormuş, doğru mu?”
Edington, düşünmeye başlamış.
“Ne düşünüyorsunuz ?” diye sorulunca Edington: “Üçüncü kişinin kim olduğunu” demiş!
Rus matematikçi ve fizikçi Alexander Friedmann (1888-1925), 1922’de, genel göreliliğin temel denklemlerinin bir çözümüyle “evrenin genişlediği”ni bildirdi. Buna göre evrendeki madde yoğunluğu, düzenli dolarak azalıyor ve galaksiler arası uzaklıklar artıyor olmalıydı. Uzaklaşan galaksiler, genleşen evren. Bu, hiç de beklenmeyen bir sonuçtu. Bir kaç yıl sonra Amerikalı ünlü astronom Edwin Hubble’un (1889-1953) gözlemlerle keşfedeceği şeydi bu.
Friedmann, galaksiler gazının yoğunluğu bir kritik değerin altında olursa, evrenin açık olduğunu ve sonsuza kadar genişlemeye devam edeceğini-galaksilerin gittikçe birbirinden uzaklaşacaklarını -gösterdi. Eğer galaksilerin yoğunluğu, kritik bir değerin üzerinde ise, evren kapalı olacak ve sonunda büzülecekti.
Astronomların bu gün sahip oldukları en iyi kanıtlar, galaktik madde için kritik yoğunluğun altında olduğumuzu ve evrenin açık olduğunu göstermektedir. Fakat daha fazla madde keşfedilirse, gerçek yoğunluk artacaktır ve o zaman, genişleyip sonra büzülecek olan kapalı bir evrene sahip olabiliriz.
Einstein, başlangıçta Alexander Friedmann’ın hesaplarına inanmadı ve bir yanlışlık yapmış olacağını düşündü. Zamanın fizikçi ve astronomlarının çoğu gibi, Einstein evrenin statik olduğunu ve geçmişte sonsuzluktan gelecekte sonsuzluğa kadar var olduğunu düşünüyordu. Dinamik, evrimleşen bir evren deneyimlere ters ve nedensiz bir yenilik olarak görünüyordu. Einstein kapalı ve statik bir evren istediği için, statik bir çözüme izin veren bir “kozmolojik terim” ekleyerek kendi genel görelilik kuramı denklemini değiştirecek kadar ileri gitti. Einstein daha sonra bu değiştirme olayını “yaşamımın en büyük falsosu” diye nitelendirdi. Böylece, genel görelilik kuramının genişleyen ve hareketli bir evren gerektirdiğini keşfeden kişi, Einstein değil, Friedmann oldu. Onun dramatik kestirimi, Amerikalı astromon Edvin Huble’un büyük kozmolojik keşfinden yedi yıl önce olmuştu. Uzak galaksilerin detaylı çalışmasından Huble, evrenin muazzam bir patlama gibi genişlemekte olduğu sonucuna varmıştı, Evren evrim geçiriyordu!
Genel görelilik kuramı Einstein’ın en büyük başarısı idi. Genişleyen bir evrende yaşadığımızı öğrendik. Kütle çekiminin uzay ve zamanı etkilediğini, büyüyen kütle çekiminin uzayı büktüğünü, zamanı yavaşlattığını öğrendik. Einstein, uzay, zaman ve madde fikirlerini modern biçimlerine getirerek Newton fiziğinin ötesine giderken, fiziğin çerçevesi tamamen deterministik idi. Newton evreninin büyük saati Einstein tarafından değiştirilmişti-çarklar ve bölümler farklıydı- fakat, Einstein saatin hareketinin hâlâ sonsuz geçmiş ve gelecekte tamamen önceden belirli (deterministik) olduğu konusunda Newton ile anlaşıyordu. Onun teorisiyle Evren’in 13.7 milyar yıl önce büyük patlamayla başladığını öğrendik.
Bazı Eserleri
Einstein’in 1905’te Annalen der Physik ’te yayımladığı beş makalesinin dışındaki başlıca eserleri, gene aynı dergide yayımlanan Brown Hareketi Kuramı Üzerine,1906; Işığın yayılması ve Soğurulması Kuramı Üzerine,1907; Işınımın Planck Kuramı ve Özgül Isı Kuramı, 1916; Genel Görelilik Kuramının Temelleri ile Zeitschrift für Mathematik und Physik’te yayımlanan 1913; Bir Kütleçekimi Kuramı ve Genelleştirilmiş Görelilik Kuramına Bir Gönderme,1917; Işınımın Kuantum Kuramı, Prusya Bilimler Akademisi Oturum Tutanakları,1924; Tek Atomlu İdeal Gazların Kuantum Kuramı. Ayrıca; Görelilik ( İzafiyet) Teorisi (1920) ve Fiziğin Evrimi (1938)…
3. Faşizmin Yükselişi ve Einstein
Einstein, İsviçre’de kendisini evinde gibi ve daha özgür hissediyordu. Ayrıca askerlik için Almanya’ya dönmek istemiyordu; ama Planck ve Nernst’in çabalarıyla Berlin’e gelmişti. Özellikle Birinci Dünya Savaşı’nın (1914-18) ardından Yahudi aleytarlığı tüm Avrupa’da hızla yayılmaya başlamıştı.
Fransız ordusunda subay olarak görev yapan Yahudi asıllı Yüzbaşı Alfred Dreyfus’un uydurma bir casusluk olayıyla itham edilip Şeytan Adası’na sürülmesiyle sonuçlanan ve Paris’i sarsan davanın üzerinden sadece altı yıl geçmişti. Dreyfus, 12 yıl süren yargılamadan sonra 1906’da berat etmişti.
Versaille Anlaşması, Alman halkında şovenist duyguların kabarmasını sağlıyor; Almanya’ da faşizm hızla güçleniyordu. Einstein, ırkçılığa ve savaşa karşı tavrını sürdürdü. Dindar olmadığı halde Siyonist harekete sempati göstermesi, Nazilerin hışmını üzerine çekmeye yetti. “Fizikte Bolşeviklik” yaptığı ileri sürülerek cezalandırılması bile istendi. Ama onun bilimsel ünü dünyanın dört bir yanını sarmıştı. Çeşitli kıtalardaki çeşitli ülkelerden konferans davetleri alıyordu. 1921′ de gezilerinden birinde Nobel Fizik Ödülü’nü kazandığını öğrendi. Gerekçe olarak ” foto elektrik etki ve kuramsal fizik alanındaki çalışmaları” gösteriliyordu. Ününü asıl borçlu olduğu görelilik kuramından söz bile edilmiyordu.
Faşizm, 1920′ lerde İtalya’da, 1933′ te Almanya gibi bir ülkede iktidara tırmanmıştı. Birinci Dünya Savaşının Versay Anlaşması, Alman halkının köleliğini istiyordu. Bir başkaldırı, Alman ulusunun dirilişi gibi bir kavram kitlelerin afyonu olmaya yetti.
O yıllarda, bilim dünyasında bile Einstein pek anlaşılmış değildi. Ayrıca Niels Bohr’un başını çektiği yeni kuantum kuramı, derin kökler salıyordu. O zamana dek, bizim dışımızda, bizden bağımsız, nesnel bir maddesel dünya olduğu genellikle benimsenmişti. Berkeley’in dünyasının gülünç olduğu yeterince işlenmişti. Ama kuantum kuramı, insanoğlunu yeni bir düşünceyle tanıştırıyordu: İnsanoğlu, araştırdığı dünyanın bir parçasıdır ve araştırdığı dünyanın davranışlarını ve boyutlarını etkiler!…
İnsanoğlu, ufuklarını genişlettikçe Niels Bohr’un dediği gibi “büyük varolma dramının hem seyircileri, hem de oyuncuları olduğumuz” gerçeğini daha açıkça anlıyorduk.
Einstein, Alman militarizmine ve savaşa karşı eleştirilerini yükseltti. İnsancıl ve barışçı tutumunu yaşamının sonuna dek sürdürdü. Einstein bundan sonraki çalışmalarını elektromanyetizma ile kütleçekimi arasındaki ilişkilerin araştırılması üzerinde yoğunlaştırdı, ama onun birleşik alan kuramı başarıya ulaşamadı.
1930′ da ABD’ deki Californiya Teknoloji Enstitüsünde konuk profesör olarak bir yıl ders verdi.
1931′ de Oxford Üniversitesi’ne konuk profesör olarak çağrıldı. O hem bilimsel görüşlerini hem de savaşa karşı tutumunu yaymaya çalıştı. 1932′ de Einstein Savaş Karşıtları Uluslarası Fonu’nu oluşturdu. Bu kuruluşla, Cenova’ da toplananDünya Silahsızlanma Konferansı’na (1932) kitlesel bir baskı yapmaya çalıştı. Ama konferansın boş ve gülünç bir toplantıya dönüşmesi onda düş kırıklığı yarattı. Bu dönemde Avusturyalı nörolog-psikiyatrist Sigmund Freud (1856-1939) ile insan doğasındaki yıkıcılık; Hintli gizemci şair Rabindranath Tagore (1861- 1941) ile gerçeğin doğası üzerine sık sık mektuplaştı.
1932′ de yeniden ABD’ ye gitti. Ve 1933′ te Almanya’ da Hitler iktidara gelmişti. Almanya’ ya artık hiç dönmeyecekti. Aynı yıl, Princeton Üniversitesi Yüksek Araştırma Enstitüsü’ nde görev aldı ve yaşamının sonuna dek orada çalıştı. 1939 yılında Alman araştırmacıların uranyum atomunu parçaladıklarını öğrendi. 1940 yılında Amerikan vatandaşı oldu. Denetimli zincirleme tepkimenin (nükleer fisyonun) gelecekte dev bir bomba yapımına yol açabileceğini sezerek ABD başkanı Roosevelt’ e bir uyarı mektubu yazdı. Ama bu mektubun etkisiyle bombayı geliştirmek için kurulan projenin ve yapılan çalışmaların hiçbir aşamasında görev almadı. Üstelik 1945’te Japonya’nın Hiroşima kentine atılan atom bombasının bir daha kullanılmaması için tüm gücüyle çalıştı.
Einstein, ABD’ de kendisini hiçbir zaman yurdunda hissetmedi. O, hep huzursuz oldu: Bir defasında :
Yahudiler için ben bir azizim
Amerikalılar için bir gösteri parçası
İş arkadaşlarım için bir şarlatan
demişti. Einstein, doğumda hiçbir seçimi olmadığını, fakat ölümünün kendi seçimi olabileceğini biliyordu.
“Einstein’a Karşı Yüz Yazar”
Einstein’ın yerinde olmak ister misiniz? Ününü ve ödüllerini duyan birçok insan onun yerini kolayca almak ister. Oysa Einstein, çok acılar çekti ve sıradan bir insan yaşamı sürdü. Daha 1920’li yıllarda Nazi’ler “Yahudi Bilimi”ne ve birçok Yahudi bilim adamına karşı bir kampanya başlatmışlardı. Sevilmeyen adam olmak, düşündüklerini söylemesini engellemedi. Kuramları saldırıya uğradı; hatta Einstein karşıtı bir örgüt bile kuruldu. Bir adam, Einstein’ı öldürmeleri için kışkırtıcılık yapmaktan hüküm giydi (ve sadece 6 dolar ceza ödedi).
Bu arada, 1931’de, Einstein’a Karşı Yüz Yazar (100 Authors Against Einstein) adlı bir kitap da hazırlamışlardı. Büyük dahiye bu kitaptan söz edilince şu yanıtı vermişti:
“Neden yüz? Yanılmış olsaydım biri yeterdi”.
1930’ların ortalarında “Ari fiziği” ya da “Alman fiziği” denen uyduruk bir akım gittikçe güç kazanmaya başladı. Akımı başlatan ve yayan ise Nobel Ödülü kazanmış iki deneyci Johannes Stark (1874-1957, Nobel Fizik 1919) ve Philipp Lenard’dı (1862-1947, Nobel Fizik 1905) . İzledikleri tutum, pervasızca bir anti-Semitizm’e dayanıyordu. Amaçları yaygın kabul gören teorik “Yahudi fiziği”ni, yani görelilik ve kuantum teorilerini sindirmek ve bunun yerine şeffaf ampirik temellere dayalı daha somut bir bilim geçirmekti. Fizikçi Philipp Lenard bilim yapmanın “ırkla ilgili bir şey olduğunu ve kanla belirlendiğini” iddia ediyordu. Alman fiziği üstündü Lenard’ın sözleriyle Alman fiziği “Gerçeğin peşinden koşup derinliklerine inmiş ve bilimin temellerini atmış kişilerin fiziğiydi.”İlk saldırdıkları hedef olan Einstein artık Almanya’da değildi; ama onlara göre “Yahudi formalizmi” Einstein’ın dostları Planck, Laue ve “özünde Einstein ruhunu yaşatan teorik formalist Heisenberg’in” teorilerinde sürmükteydi. “Evren hakkındaki en anlaşılmaz şey onun bütünüyle anlaşılabilir olmasıdır” demişti.
“ Milliyetçi” Haber, Nazilere Yaranamadı!
Fritz Haber (1868-1934, Nobel Kimya 1918), Birinci Dünya Savaşı sırasında havadaki azotu amonyağa dönüştürmeyi başarmış, suni gübre üretiminin mümkün kılmıştı. Almanya’nın cephane yokluğu yüzünden yenilmesini iki yıl geciktiren, zehirli gaz savaşının önde gelen kimyacısıdır. Bir gecede beş bin insanın ölümüne neden olmuştur. F. Haber, Birinci Dünya Savaşı sırasında -Born’a göre- Almanya’nın savaşta kalabilmesinde çok önemli rol oynamış olan patlayıcıların üretimine ilişkin keşifte bulunmuştu. Karısı ki o da bir kimyacıdır ve bu nedenle intihar etmiştir. 1918 Nobel Kimya ödülünü kazanmış, Yahudi kökenli olduğu halde oldukça şoven bir Alman milliyetçisiydi; Almanya’dan kaçmak zorunda kaldı. Nazilerden kaçan bilim adamlarına yardım etmeyi bir görev bilen Rutherford, Haber’e yardım etmeyi reddetmiştir. Haber, kendi vicdanını rahatlatmak için olsa gerek Almanya dışında iş arayan Yahudilere yardım etmeye çalışmıştı.
Hitler’den Yardım İstenirse…
Einstein, başlangıcından ilk örgütlü Yahudi düşmanı hareketlerin başladığı 1920’lere kadar Almanya’da Nazizmin yükselişinin tehlikelerinin farkındaydı. Diğer yandan Planck, belki vatanseverlik duygusundan belki de ilerlemiş yaşından dolayı Nazi hareketinin gücü ve sürekliliğini kestiremedi. Nazileri aşağılardı; ancak geçici bir evreyi temsil ettiklerine inanırdı. Yahudi asıllı Fritz Haber, Hıristiyanlığı kabul ederek, Prusyalı gibi davranarak ve Birinci Dünya Savaşında memeleketi için gaz savaşında öncülük ederek Alman olabileceğini düşünmüştü. Ancak yeni yasalar yüzünden emekliliği hak etmesine kısa bir süre kala, 64 yaşındayken, Berlin Üniversitesi ve Akademi’deki görevlerinden uzaklaştırıldı.
Bir keresinde, 1933‘te Yahudi meslektaşı ünlü kimyacı Fritz Haber’in kariyerini kurtarmak için Hitler ile görüşmeye gitmişti. Hitler, öyle bir öfkeye kapıldı ki Born’un belirttiğine göre “Planck sessizce dinlemek ve terk etmekten başka bir şey yapamadı”.
Haber, Einstein’ın kurulmasına yardımcı olduğu Kudüsteki Hebrew Üniversitesi’nde işe başlamak üzere yola çıktı; ama Basel’de kalbine yenik düştü ve öldü.
4. Özel ve Toplumsal Yaşam
Einstein bir insan olarak, dürüstlük ve alçakgönüllük abidesidir. Evrene derin bir merakla bakan ve orada gördüklerini denklemlerinde resmeden bir deha zihnine sahip olduğu da hemen hemen bütün bilimciler ve bilim tarihçilerince kabul edilmektedir. Belki de bu durum dolaysıyla aile hayatının ilk dönemleri hem kendisi, hem de ilk eşi ve çocukları için pek mutlu geçmemiştir. Bir kızları kaybolmuş, bir oğlu zihinsel özürlü doğmuş ve ilk evlilik başarısız olmuştur. Öykünün bu yönü, bütün bilim adamlarının ve bu arada Einstein’ın da bir insan olduğunu anlatır ancak. Amerikalı kozmolog ve bilim yazarı Carl Sagan’ın (1934-1996) Karanlık bir Dünyada Bilimin Mum Işığı (1995) adlı harika kitabında söylediği şu sözler yeterince aydınlatıcı: “ Thomas Jefferson ve George Washington’ın köleleri vardı. Albert Einstein ve Mohandas Gandi kusurlu birer eş ve babaydılar. Listeyi istediğimiz kadar uzatabiliriz. Hepimiz kusurlu, çağımızın ürünü yaratıklarız.”
Einstein ve Toplum
Onun toplum ve akrabalık konusuna bakışını belki de şu sözler çok iyi özetlemektedir:
“ Bende coşkun bir toplumsal adalet ve sorumluluk duygusu vardır; ama nedense insanlara ve insan topluluklarına doğrudan doğruya bağlanma isteği hemen hiç yoktur. Ben tek başına düşünen bir insanım, dar anlamıyla hiçbir zaman bütün yüreğimle ne devlete bağlı kalmışımdır, ne de ana yurda, ne dostlar çevresine, ne de aileye. Bütün bu bağlara karşı hiç eksilmeyen bir yabancılık ve yalnızlık duygusu beslemişimdir. Bu duygum, yaşlandıkça daha da artmıştır…
Benim politik ülküm, demokratik ülküdür. Herkes saygı görmeli; ama hiç kimseye tapılmamalıdır. Bana karşı insanların gereğinden çok saygı ve hayranlık göstermesi talihin bir cilvesidir. Bunda benim kabahatim olmadığı gibi, hak etmiş de değilim bunu. Bu aşırı saygı, benim cılız gücüm ve ardı arası gelmez didinmelerimle bulduğum birkaç düşünceyi anlamakta zorluk çekmelerinden gelebilir.”
Einstein ve Evlilik
Einstein, 21 yaşını doldurduğunda İsviçre vatandaşlığına geçti. İki yıl sonra 1903’te da okul arkadaşlarından Sırp asıllı Mileva Maric (1875-1948) ile evlendi. Maric, Avrupa’da fizik ve matematik eğitimi gören ilk kadınlardan biriydi. 1902’de bu ikilinin bir kız çocuğu olmuştu. Lieserl adlı bu kız çocuğu kayboldu ve ne olduğu hâlâ bilinmiyor. Mileva, aynı zamanda, Einstein’in ilgi duyduğu konuları tartışabildiği eğitimli bir kadındı. 1904’te Hans Albert adlı oğul dünyaya geldi. İkinci oğul Eduard, 1910’da doğdu. Einstein ailesi ekonomik sıkıntı içindeydi. O zamanlar Eeve gelen ziyaretçilerin anımsadıkları, kuruyan çamaşır ve çocuk bezlerinin kötü kokusu, Einstein’in pipo tütünü ve sobadan sızan dumandı. Kışın hava, camların açılmasına izin vermeyecek kadar soğuktu; yaz sıcağı da kötü kokuların şiddetini artırıyordu. Mileva bulaşık yıkarken Einstein, bir kitaba dalmış, ayağıyla beşiğin içinde çığlık çığlığa ağlayan bebeği sallıyor oluyordu. Bazen arkadaşları, ona, yere kapanmış, defterini çocuğun oyuncak arabasının üzerine sermiş, uzun bir hesaba dalmış olarak rastlarlardı. Bu arada arabasını almak isteyen çocuk, çıngırağıyla babasının kafasına vuruyor olurdu.
Berlin’e taşınmak zaten sallantıda olan evliliğe son darbeyi indirdi. Bu yıllarda Birinci Dünya Savaşı’nı doğuracak gerginlikler tırmanıyordu. Savaş, ansızın patlak verince İsviçre’ ye tatile giden eşi ve iki oğlu Berlin’e dönemedi. Bu zorunlu ayrılık, birkaç yıl sonra boşanmayla noktalandı. 1919 yazında çocukluk arkadaşı ve kuzeni Elsa ile evlendi. Elsa, iki kız sahibi dul bir bayandı. Abraham Pais’in betimlemesine göre Elsa “ kibar, sıcak, anaç ve ilk numunelik burjuvaydı, sevgili Albertle’sine göz kulak olmaktan hoşlanırdı. Onun şöhretinde zevk duyardı.” Einstein çiftini ağırlayan ünlü komedyen Charlie Chaplin (1889-1977, Oskar Ödülü 1972) ise bu iri kıyım kadının büyük bir adamın karısı olmaktan sevimli bir coşkuya sahip olduğunu belirtir.
Mileva iki oğluyla birlikte Zürih’e döndü ve orada kaldı. Sonraki hayatı pek mutlu geçmedi. Geliri çok sınırlıydı. 1919’da boşanma geldi. Einstein’ın 1921’de kazandığı Nobel Ödülü parasını ona aktarmasından sonra da durum pek değişmedi. Küçük oğul Eduard hayatının büyük bir bölümünü zihinsel özürlü olarak geçirdi ve sonunda şizofreni teşhisiyle yatırıldığı Zürih psikiyatri hastanesinde öldü.
FBI’ın Atladığı Sır
FBI, Einstein’la ilgili olarak 1932’den itibaren bilgi toplamaya başlamıştı. Einstein öldüğünde büroda 14 kutunun içinde saklanan 1427 sayfa birikmişti. Hepsi Gizli olarak damgalanmıştı; ama suçlayıcı hiçbir şey içermiyordu. Geriye bakıldığında, FBI’nın bir bilgiyi atladığı görülüyor. Einstein, aslında istemeyerek de olsa bir Sovyet ajanıyla ilişki içindeydi. Ancak FBI bu bilgiyi elde edememişti.
Bu Sovyet ajanı bir Rus heykeltraşın eşiydi. Beş dil bilen ve arası erkeklerle iyi olan Margarita Konenkova idi bu kadın. Rus gizli ajanı olarak görevi, savaş sırasında Amerikalı bilim adamlarını etkilemeye çalışmaktı. Kadın, Einstein’ın Prineton’daki evini sıkça ziyaret etmişti. Görevi gereği veya kendi arzusuyla, dul kalan Einstein’la ilişkiye girmişti. Bu ilişki Konenkova’nın 1945 yılındayken Moskova’ya dönmesine dek sürmüştü. Einstein’ın 1940’larda Konenkova’ya yazdığı aşk mektupları 1998’de kamuoyuna açıklandı. İşlişkiyi böylece kamuoyu (ve de FBI) öğrenmiş oldu.
Atom Bombası
Einstein’ın E = mc2 bağıntısının Manhattan Projesine ve nihayet 1945’te Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan bombalar, Einstein’ın suçlanmasına temel yapılmıştır. Ancak bu durum, Hawking’in benzetmesiyle, kütle çekimini keşfettiği için uçakların düşmesinden dolayı Newton’u suçlamaya benzer. Einstein, ayrıca 1939’da Amerikan başkanı Roosevelt’e atom bombasının yapımına girişilmesi konusundaki mektubu imzalamıştır. Ancak, atom bombası yapım projesine katılmamış, atom bombasının atılmasından önce Japonların ve zamanın Sovyetler Birliğiyle işbirliğine gidilmesi yolundaki görüşleri desteklemiştir.
Ayrıca İkinci Dünya Savaşından sonra atom bombasını denetlemek üzere bir dünya hükümeti kurulması önerisini getirmiştir. Bu konuda hem Amerika’dan hem de zamanın Sovyetler Birliği bilimcilerinden tepki görmüştür. Bu görüşlerin bugün bile gereçerliliğini koruduğunu söyleyebiliriz.
1948’de yeni kurulan İsrail Devleti’nin devlet başkanlığı önerisini almıştır. Ancak bu öneriyi geri çevirmiştir. Belki de gerçek nedeni başkaydı, ama politikada acemi olduğunu dile getirdikten sonra kendisinin denklemlerle yaşamaya devam etmek istediğini belirtmişti ve eklemişti: “Politika anlıktır, ancak bir denklemler ebedidir”. Onun yazdığı denklemler, evren var oldukça varolacaktır.
5. İtirazları: ‘Tanrı Zar Atmaz!’
“Hepsi Bundan Geldi!”
1949’da Princeton’da Einstein’ın yetmişinci doğum günü için bir sempozyum düzenlenmişti. Konuşmacılar arasında Nobel ödüllü Isidor I. Rabi (1898-1988) de vardı. Konuşmaya başladı. Einstein’ın dehasının özel büyüsünü anlatmanın uzmanlar için bile zor olduğunu kavradığını açıklıyordu. Bir ara umursamazlıkla sözünü kesti, bileğindeki saate baktı; saygıyla karışık korku ve şaşkınlık belirten bir tonla Einstein’ı göstererek “Hepsi bundan geldi!” deyiverdi. Dinleyicilerin coşkusunu siz düşünün! Gerçekten Rabi’nin bu özeti çok doğruydu. Einstein, hem atom dünyası hem de yıldızlar ve galaksiler dünyası için inanılmaz çeşitlilikte ve derinlikte öneriler getirdi. Özel görelilik ve genel görelilik kendi içinde bir sürü derinlik içeren hazinelerdir. Bose Einstein yoğunlaşması ve Lazerler, onun bundan yaklaşık seksen yıl önce öngördüğü teknolojik buluşlar olarak hayat bulmuştur.
Fakat yanılgıları da oldu. Birinci olarak genel görelilikle ilgili konular vardır. Bunların başında Evrenin genişliyor olmasına gösterdiği ilk tepki gelir. 1915’te genel göreliliği geliştirdiğinde Evrenin durağan olduğundan öylesine emindi ki, bu sonucu sağlaması için kuramını değiştirerek, denklemine kozmolojik sabit denen uydurma bir sabit eklemişti. Ancak gözlemsel veriler sonucu bu görüşünden vaz geçti ve bu uydurma sabiti kaldırırken “en büyük hatası” olduğunu söylemekten çekinmedi. Evrenin genişlediğinin keşfedilmesi, 20. yüzyılın en büyük düşünce devrimlerinden biridir. Başka bir nokta yine genel görelilik teorisi sonucu öngörülen kara delikler konusuna 1939’daki bir makalesiyle karşı çıkmasıdır. Sonraki zamanlarda ‘kara deliklerin gönülsüz babası’ olarak anılmıştır. İkinci itiraz kümesi, kuantum teorisinin olasılık yorumuna ve özellikle belirsizlik ilkesine dayanır. Daha 1926’da Max Born’a yazdığı bir mektupta “ Kuantum mekaniği kesinlikle görkemli. Fakat içimden bir ses bunun yeterince gerçek olmadığını söylüyor. Teori çok şey söylüyor; ama bizi “Yaşlı Adam”ın sırlarının yakınına götürmüyor. Ben, her durumda, O’nun zar atmadığına inanıyorum” diye yazmıştı.
İlk olarak 1927 Solvay konferanslarında Einstein’la Bohr, açıkça karşı karşıya geldiler. Kuantum mekaniğindeki olasılık özelliğine ve belirsizliklere karşı, Newtoncu determinizmi koruma güdüsüyle “Tanrı, zar atmaz” deyimini geliştirmiş ve bunu sık sık kullanmıştır. Einstein’ın burada kastettiği Tanrı, gökte ya da yerde yaşayan, cana kıyan, deprem ve yıldırım yaratıp insanları cezalandıran, kızan, suç işleten, affeden, cehenemi ve cenneti düzenleyen özel bir yaratıcı değildi. Otuzlu yaşlarında bunu şöyle ifade etmişti: “İnsanların kaderi ve yaptıklarıyla ilgilenen bir Tanrı’ya değil, var olan her şeyin arasındaki uyumda kendini gösteren bir Tanrı’ya inanıyorum.” Onunki panteistik bir Tanrı, kozmik bir Tanrı idi. Kuantum kuramının olasılıklı doğası, parçacıkların kimlik kartlarında yazan fiziksel nicelikler olmadığını gösterince, evrendeki bu belirsizlik onu rahatsız etmişti. Einstein Tanrı’nın zar atmadığını, yani parçacıkların kimlik kartlarında önceden yazılı konum, momentum, hız, spin gibi nicelikler bulunduğunu kanıtlama yoluna gitti. 1930’da kutudaki saat deneyi ve 1935’te EPR Düşünsel Deneyi ile kuantum kuramına karşı itirazlarını sürdürdü. EPR Deneyi diye anılan bir düşünce deneyi ile birbirine bağlı parçacıkların konum ve momentumlarının aynı anda birlikte ölçülebileceğini, belirsizlik ilkesinin ölçümdeki yetersizliklere dayandığını ve sonuç olarak kuantum kuramının tamamlanmamış olduğunu ileri sürdü. Bu konudaki ayrıntalı tartışmaları, sitemizdeki EPR “Paradoksu ” ve (bell-esitsizligi-ve-epr) başlıklı makalelerden izleyebilirsiniz.
Einstein’ın birleşik alan teorisi arayışındaki tekrarlanan başarısızlıkları, kuantum mekaniği hakkındaki şüphelerini hafifletmedi. Sıkça tartıştığı Niels Bohr, 1948 yılında misafir olarak Enstitü’ye geldi ve zamanının bir kısmını, savaş öncesindeki Solvay konferanslarındaki tartışmaları hakkında bir makale yazmaya ayırdı.
Einstien’ı ikna etmeye çalışan ama başarısızlığa uğrayan bir başka meslektaşı da Princeton Üniversitesi’ndeki ünlü kuramsal fizikçi John Wheeler’dı (1911-2008) Bir öğleden sonra, Mercer Caddesi’ne gelerek lisansüstü öğrencisi Richard Feynman (1918-1988, Fizik Nobel 1963) ile birlikte kuantum teorisi hakkında gerçekleştirdikleri yeni bir yaklaşımı açıkladı. Wheeler o günü şöyle anlatacaktı: “ Bu yeni bakış açısıyla, kuantum teorisinin doğallığına ikna edebileceğimi umut ederek Einstein’ın yanına koştum.” Einstein yirmi dakika boyunca sabırla dinledi, ama sonunda o çok bilindik nakaratını tekrarladı: “Tanrı’nın zar attığına inanamam.”
Wheeler’ın hayal kırıklığını belli etmesi üzerine, Einstein ifadesini bir ölçüde yumşattı: “Elbette ki yanılıyor olabilirim,” dedi yumşak ve mizahi bir ritimle, “ama belki de hata yapma hakkına sahibimdir.” Daha sonraları bir kadın armakadaşına: “Kimin haklı olduğunu görecek kadar yaşayacağımı sanmıyorum,” diyerek itirafta bulundu. Hayatının sonlarına doğru Wheeler’ın öğrencilerinden oluşan küçük bir grubu ağırladı. Konu kuantum mekaniğine gelince, gözlemlerimizin gerçekliği etkileyibeleceğini ve belirleyebileceğini savunan Heisenberg ve diğerlerinin teorilerindeki zayıf noktaları bulmayı bir kez daha denedi. “Bir fare gözlem yaptığında” diye sordu, “evrenin durumunda değişiklik olur mu?” Ya da “hiçkimse bakmıyorsa Ay, orada değil midir?”
Ömrünün son birkaç on yılını, kütle çekimi ile elektromanyetizmanın biraraya getirildiği birleşik bir kuram için, başarısız bir araştırmaya ayırdı. Ölümcül hastalığını öğrendiği zaman ameliyat olmak istemedi ve yirminci yüzyılın en büyük dehası, 18 Nisan 1955′ te Amerika’da’ ki evinde öldü. Başında bekleyen hemşire onun Almanca olarak söylediği son sözlerini anlayamadı.
6. Bertrand Russell Diyor ki
Einstein, “evrenin en anlaşılmaz özelliği, anlaşılabilir olmasıdır” demişti. Ama o, evreni anlaşılmaz özellikleriyle gözümüzün önüne seriverdi. Bununla birlikte, meslekten olmayanlar için, evreni onun kadar hiç kimse zorlaştırmamıştır. Zaman genişler, uzunluklar kısalır, evrenin maddesi patlar ve kaybolur. Deneyime ve sağduyuya güven kalmaz. Evren, matematikçinin evreni olmaya yüz tutar.
“İşte orada” diyordu Einstein ve ekliyordu: “Bu muazzam alem vardı ve karşımızda bizim varlığımıza tabi olmaksızın büyük ve ebedi bir bilmece gibi duruyordu. Bu alemin temaşası, bana bir kurtuluş yolu gibi görünüyordu.”
Büyük İngiliz Matematikçisi/Düşünürü Bertnard Russell (1872-1970, Nobel Edebiyat 1950) Einstein’ın dostlarından biriydi. Ölümünde bir iki ay önce tarihe Russell-Einstein Manifestosu olarak geçen bildiriyi imzaladı. Bu bildiri nükleer silahların yarattığı büyük tehlikeye dikkat çekiyordu. Bilriyi imzalayan ünlü bilim adamları şunlardı: Max Born, Percy W. Bridgman, Albert Einstein, Leopold Infeld, Frederic Joliot-Curie, Herman J. Muller, Linus Pauling, Cecil F. Powell, Joseph Rotblat, Bertrand Russell, Hideki Yukawa. Bu on bir bilim adamı içinde yalnız Leopold Infeld, Nobel ödüllü değildi.
Russell, Einstein’ın 1955’te ölümü üzerine yazdığı yazıda şöyle demektedir:
” Einstein, tartışmasız, zamanımızın en büyük adamlarından biriydi. En iyi bilim adamlarının başlıca niteliği olan basitlik, onda yüksek derecede vardı: bütünüyle kişisel olmayan şeyleri bilme ve anlama isteğinden gelen bir basitlik. Ayrıca onda bilinen şeyleri hemen doğru kabul etmeme yeteneği de vardı. Newton, elmaların nasıl olup da düştüğüne hayret ediyordu; Einstein de eşit dört çubuğun bir kare oluşturması karşısında hayranlık dolu bir minnettarlık duyuyordu, çünkü hayal edebildiği evrenlerin çoğunda kare diye bir şey yoktu. Einstein, ahlaki nitelikleri bakımından da büyüklük sergiledi. Kişisel yaşamında nazikti ve alçakgönüllüydü; meslektaşlarına karşı (benim görebildiğim kadarıyla) kıskançlıktan bütünüyle uzaktı (bunu, Newton ya da Leibniz için söyleyemeyiz). Son yıllarında bilim dünyasının ilgisi Kuantum Kuramı üzerinde toplanmış, görelilik az ya da çok gölgelenmişti; ama bunun onu gücendirdiğine ilişkin hiçbir işaret görmedim. Dünya sorunlarıyla esaslı biçimde ilgilendi. Birinci Dünya Savaşı (1914-1918)’ nın sonunda onunla ilk temasa geçtiğimde, bir barışseverdi, ama Hitler onun (benim de) bu görüşü terk etmesine yol açtı. Kendisini öncelikle bir dünya vatandaşı olarak görüyordu; Nazilerin onu kendisine bir Yahudi olarak bakmaya ve dünya üzerindeki Yahudilerin davası ile uğraşmaya zorladıklarını fark etti. İkinci Dünya Savaşı’ndan (1939-1945) sonra, atom bombasının tehdit ettiği insanlığın, felaketlerden kaçınabilmesi için bir yol bulmaya çalışan bir grup Amerikalı bilim adamına katıldı.
İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen yıllarda Dünya iki kutuplulaştı. Sosyalist dünyanın başını Sovyet Rusya, kapitalist dünyanın başını ABD çekiyordu. ABD’de yükselen “komünizm düşmanlığı” akademik çevreleri de etkilemişti. Amerika’ da Kongre Soruşturma Komisyonu, bozguncu oldukları varsayılan etkinlikleri sorgulamaya başladığında, akademik görevlerdeki herkesi bu komiteler ya da bazı üniversiteler tarafından kurulan benzeri zorba kurullar önünde ifade vermemeye çağıran ünlü mektubunu yazdı. Bu tavsiyede bulunurken, eğer yanıt kendisini suçlayacaksa hiç kimsenin bir soruya yanıt vermeye zorlanamayacağına ilişkin Anayasa’ nın Beşinci Eki’ ne dayanıyordu. Ama bu ek, yanıt vermeyi reddetmenin suçluluk kanıtı olarak değerlendirilebileceğinde direnen sorgucular tarafından yenilgiye uğratıldı…. Bu kamusal etkinliklerinde bütünüyle alçakgönüllüydü ve tek kaygısı insanlığı kendi aptallıklarından kaynaklanan felaketlerden korumanın yollarını bulmaktı. Dünya onu bir bilim adamı olarak alkışlarken, pratik işlerdeki yalın olduğu kadar derin bilgeliği yalnızca aptallık olarak göründü.
Einstein, görelilik kuramı dışındaki çok önemli çalışmalarına karşın, haklı olarak hem bilim, hem de felsefe için temel önemde olan bu kuramla ün yapmıştır. Birçok kişi (ben dahil!) bu kuramın popüler bir açıklamasını yapmaya kalkmıştır…”
Russell’ın üzerinde durduğu konulardan biri de kuantum kuramı, görelilik kuramı hakkındaki değerlendirmelerdir. Şöyle yazar:
“Onun (Einstein’ın) fiziksel dünya hakkındaki kavramlarımızı kökünden değiştiren etkisinin henüz tamamlanmadığını düşünüyorum. Onun yaratıcı etkisi çok tuhaftır. Bize, atom ve hidrojen bombalarında sergilenen uğursuz güç dahil, maddeyi yönetmek için yeni güçler verdiği halde, bildiğimizi düşündüğümüz birçok şeyi bilmediğimizi gösterdi. Kuantum kuramından önce hiç kimse verili bir anda bir parçacığın herhangi bir belirli yerde ve herhangi bir belirli hızla hareket ettiğinden şüphe etmedi. Bu, artık sorun değildir. Bir parçacığın konumunu daha tam olarak belirlediğinizde, hızı daha az doğru olacak; hızını daha tam olarak belirlediğinizde ise konumu daha az doğru olacaktır. Ve parçacığın kendisi oldukça belirsiz bir şey olur, eskiden olduğu gibi sevimli bilardo topu değildir. Onu yakaladığınızı düşündüğünüzde, parçacık değil bir dalga olduğunu gösteren inandırıcı kanıtlar çıkarır. Gerçekte bilebileceğimiz tek şey, bazı denklemlerdir; ve bunların da yorumu karışıktır. Klasik fiziğe daha yakın kalarak mücadele eden Einstein için bu bakış açısı tatsızdı. Buna rağmen o, bu yüzyıl sırasında bilimde devrim yapan, yaratıcı kanallar açan ilk kişi oldu. Başladığım gibi bitireceğim: Einstein, büyük bir adamdı, belki çağımızın en büyüğü.”
Sonuç
Einstein, yalnız bir yüzyıla değil, bilimsel devrim yüzyılı dediğimiz, doruklarında Newton’un bulunduğu yüzyıldan bu yana geçen üç yüz yıla ait bilgilerimizi kökten değiştirmiştir.
Zamanın otoriter, ezberci, dayatmacı eğitim sisteminin yaratıcılığı nasıl boğduğunu şöyle anlatır:
“Modern eğitim yöntemlerinin, kutsal araştırma merakını henüz tümüyle boğmamış olması, gerçekten de bir mucizeden başka bir şey değildir; zira; bu küçük narin bitkinin temelde sadece özgürlüğe ihtiyacı vardır; bu olmadan kurur ve kesinlikle yok olur.”
Fakat, “önyargıları parçalamak, atomu parçalamaktan zordur” diyen dahi, klasik nesnel gerçeklik anlayışından kurtulamamış, dalga-parçacık ikiliğini, belirsizlik ilkesini ve Schrödinger denkleminin olasılık yorumunu benimseyememiştir (Schrödinger’in kendisi de bu yorumu reddetmiştir!). Fakat zaman Einstein ve Schrödinger’i değil, gelişen kuantum kuramını haklı çıkarmıştır. Bazıları mucizelerin olmasını Tanrı’nın varlığına bağlar. Einstein, determinist bir evrende mucizelerin olamayacağını düşünür. Fakat kuantum mekaniği şunu göstermiştir: Tanrı’nın zar attığı bir evrende yaşadığımız kesindir. Belirsizlik ilkesi, kuantum kuramının geçici bir ilkesi değil, onun tacı, belkemiği durumuna gelmiş, bir bütün olarak kuantum kuramı, çağdaş bilimin ve teknolojinin temelini oluşturmuştur. Kuramın henüz gerektiği gibi içine giremediği tek alan, kütle çekimi ve evrenin büyük ölçekli yapısıdır. Şu anda genel görelilik ve kuantum kuramları birbiriyle çelişmektedir; ikisi birlikte doğru olamaz. Kütle çekiminin kuantum kuramı, kendini fethedecek fatihlerini beklemektedir. Bir Einstein, daha ne zaman görünecek kim bilir? (atominsan.net)RK
Okunması Önerilen Kaynaklar
1. Balibar, Françoise; Einstein: Düşünmenin Keyfi (1993), Çeviren: Aykut Derman, Yapı Kredi Yay 2004
2. Barrow, John D., Evrenin Kökeni (1994), Çeviren: Sinem Gül, Varlık/Bilim Yay 1998
3. Barrow, John D., Olanaksızlık (1997), Çeviren: Nermin Arık, Sabancı Üniversitesi Yayınları 2002
4. Beiser, Arthur; Modern Fiziğin Kavramları (1995), Çeviren: Gülsen Önengüt, Akademi Yay 1997
5. Cropper, William H.; Büyük Fizikçiler (2001), Çeviren: Nurettin Elhüseyni, Oğlak Yayınları 2004
6. Einstein, Albert; İzafiyet Teorisi, Çeviren: Nihat Fındıklı, Deniz Kitaplar Yayınevi 1976
7. Einstein, Albert; Fikirler ve Tercihler, Çeviren: Z. Elif Çakmak, Arion Yayınları 1999
8. Einstein, Albert; Dünyayı Nasıl Görüyorum?Çevirenler: Sebahattin Eyüboğlu-Vedat Günyol, Alan Yay 1990
9. Feynman, Richard; Her Şeyin Anlamı (1963), Çeviren: Osman Çeviktay, Evrim Yayınları 1999
10.Feynman, Richard ; Fizik Yasaları Üzerine (1964), Çeviren: Nermin Arık, TÜBİTAK Yayınları 1995
11. Ford, Kenneth W.; Kuantum Dünyası (2005), Çeviren: Neslihan Sabuncu, Güncel Yayıncılık 2005
12. Gamow, George; Güneş Diye Bir Yıldız (1963), Çeviren Gülen Aktaş, Say Yayınları 1991
13. Guillen, Michael; Dünyayı Değiştiren Beş Denklem, Çeviren: Gürsel Tanrıöver, TÜBİTAK Yayınları 2006
14. Hawking, Stephen; Ceviz Kabuğundaki Evren (Mayıs 2001), Çeviren: Kemal Çömlekçi Alfa Yayınları 2002
15. Infeld, Leopold; Albert Einstein, Çeviren: Cemal Yıldırım, Bilgi Yayınevi 1999
16. Isaacson, Walter; Einstein Yaşamı ve Evreni (2007), Çeviren: Tufan Göbekçin, Tudem Yay 2010
17. Karakale, Ramazan; Atomun Peşinde, İnkilap Yayınları 2004
18. Karakale, Ramazan; Atomun İçinde, Güncel Yayıncılık 2006
19. Kuhn, Thomas, Bilimsel Devrimlerin Yapısı (1962), Çeviren: Nilüfer Kuyaş, Alan Yayıncılık 1982
20. Landau, Lev- Roumer,Yuri; Görelilik Kuramı, Çeviren: S. Gemici, Say Yayınları 1996
21. Lederman, Leon & Teresi, Dick ; Tanrı Parçıcığı (1993), Çeviren: Emre Kapkın, Evrim Yay 2001
22. Lederman, Leon &Hill, Christopher; Simetri (2004), Çeviren: Barış Akalın, Güncel Yayıncılık 2005
23. M.Will, Clifford; Serway, Fizik (1992), Çeviri Editörü: Kemal Çolakoğlu, Palme Yayıncılık 1996
24. Pagels, Heinz R.; Kozmik Kod:Doğanın Dili/Kuantum Fiziği (1981), Çeviren: Nezihe Bahar, Sarmal Yay 1993
25. Sagan, Carl; Karanlık Bir Dünyada Bilimin Mum Işığı (1995), Çev: Miyase Göktepeli, TÜBİTAK-YK Yay 1998
26. Osserman, Robert; Evrenin Şiiri (1995),Çeviren: İsmet Birkan, TÜBİTAK Yayınları 2000
27. Vasilyev, M. – Stanyukoviç, K., Madde ve İnsan, Çeviren: Ferit Pehlivan, Onur Yayınları 1989
28. Yıldırım, Cemal; Bilim Tarihi, Remzi Kitabevi 1991
Yorum Ekle