Her felsefeci filozof değildir, her fizikçi de fizik bilgini. Feza Gürsey ise fizik bilginidir. O, aynı zamanda bir kültür abidesidir. Onun açısından bilim ile sanat arasında aşılmaz duvarlar yoktur. Asaf Halet Çelebi, Aziz Nesin gibi kültür bahçelerinden güller toplar Gürsey. Zamanının kimi Nobelle taçlanmış yıldızları arasında bile bilgisiyle ve kültürüyle, insanlığıyla pırıl pırıl parlayan bir pırlanta gibidir. O yıldızlar içinde T. D. Lee, C. N. Yang, R. Feynman, M. Gell-Mann, S. Glashow, S. Weinberg, J. D. Bjorken de vardır. Feza Gürsey, Fikret Kortel, Cahit Arf ve Erdal İnönü, İkinci Dünya Savaşı’ndan (1939-1945) sonraki bilimin gün ışığını Türkiye’ye sokan ilk büyük öncülerdir.
Yale Üniversitesi’nden, çalışma arkadaşı Ester da Costa Meyer, onun evrensel boyutlu zihnini şöyle anlatır:
“ Çin şiiri, Selçuk mimarisi, abstre sanat ve Barok müzik üzerinde aynı anda konuşabilirdi. Batı klasiklerinin yanısıra, Doğu, Uzak Doğu klasiklerini de o tanıttı bize. Dünyanın ne merkezi, ne de demir perdeleri vardı.”
Zaten zihnine çekilen demir perdeleri açtığı için o evrenin derinliklerine uçabildi. Onun görüşleri, İkinci Dünya savaşı sonunda atılım yapan atomaltı dünyaya yolculuğun bilimsel, teknolojik ve kültürel etkilerini analiz eder.
7 Nisan 1921’de İstanbul’da doğdu. Aydın bir ailenin oğluydu. Babası Dr. Reşit Süreyya Gürsey, tıp doktoru, fizikçi ve öğretmen olmasının yanı sıra bilime ve sanata büyük ilgisi olan bir aydındı. Bu nedenle pek çok bilim merkezini dolaşan, hatta bir ara Viyana’da Schrödinger’in öğrencisi olan Doktor Reşit Bey, 1962 yılında ABD’de vefat etti.
Annesi Remziye Hisar, Darülfünun’un fen okuyan ilk kız öğrencilerindendir; Avrupa’da kadınların pek azının kariyer yapabildiği bir dönemde Sorbonne’da Devlet Kimya Doktorası almayı başarmış bir bilim kadınıdır. Feza Gürsey, İlkokula Paris’te Jeanne d’Arc okulunda başladı ve daha o zaman öğretmenlerinin hayranlığını kazandı. Sınıf arkadaşı Emekli Büyükelçi Özer F. Tevs, bir yazısında ortaokul son sınıftaki Feza Gürsey’i şöyle anlatmıştı:
” Ortaokul üçüncü sınıfta, akşam etüdünde, bakardık, Feza bir köşede Proust’un “Yitik Zamanı Araştırırken” adlı felsefi hikayelerini okuyor veya Cézanne’ın röprodüksüyonlarını inceliyor… Fransız hocalarımız büyük teneffüslerde onu muallimler odasına çağırır sohbet ederlerdi… Bizden iki sınıf daha büyük, çok çalışkan bir öğrenci daha vardı. Mezun olduktan sonra Fransız hocalardan birisine, ‘Feza mı yoksa diğer öğrenci mi daha üstündü’ diye sormuşlar. O da, ‘bir köy öğretmeni ile bir ordinaryüs profesör arasında ne kadar fark varsa, Feza ile diğer öğrenci arasında o kadar fark vardı’ demiş.”
Feza Gürsey, Galatasay Lisesi’ni 1940 yılında birincilikle bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi öğrencisi oldu, 1944 yılında Fizik-Matematik bölümünü de birincilikle bitirdi. Milli Eğitim Bakanlığı sınavını kazanarak İngiltere Imperial College’a gitti.
İngiltere ve Üniversite Yılları
Mezuniyetten sonra İTÜ’de asistan olarak çalışırken açılan Milli Eğitim Bakanlığı sınavını kazandı ve İngiltere’de Imperial College’da 1945- 1950 arasında Prof. Dr. H. Jones danışmanlığında doktora çalışmalarına başladı. Londra’nın bohem ve entelektüel yaşantısına katılırken araştırmalarını da sürdürüyordu.1947 yılında annesine yazdığı bir mektupta “zannetiğin gibi davetlerde filan değilim. Gece gündüz çalışıyorum” diyordu : “Hocam Prof. Jones ile görüşerek bundan sonra kendi mevzuumda çalışacağımı söyledim. ‘Pekiyi bu benim ihtisasım dışında olduğu için yalnız çalışmak mecburiyetinde kalacaksın’ dedi. Ben de olanca kuvvetimle iki senedir üzerinde çalışmak istediğim meselelere takıldım. Umumi saha nazariyesi ve elektromagnetik, mason ve elektron sahaları arasındaki münasebetler. Yani sırf spekülasyon. Bu mevzu üzerinde harıl harıl çalışanlar Dirac, Born, Schrödinger, Pauli, Heitler ve ekolleri. Tabii tehlikeli bir vadi. Bir sene mühimce bir metot bulamazsam kendimi pratik meselelere vereceğim. İki haftadır hocam ‘Nasıl ilerliyor mu?’ diye sordukça kulaklarıma kadar kızarıyor ve cevap veremiyorum. O da tebessüm ediyor. Bu yolda hiçbir şey yapamayacağıma kani. ‘Pauli, Fermi, Dirac yerinde saydıktan sonra’ diye düşünüyor ve delice cüretime gülüyor. Bu günlerde bu esas muadeleleri (denklemleri) kuaterniyon formalizmine sokmaya çalışıyorum. Hocam tensör ve spinör hesapları dururken kuaterniyonların lüzumsuz ve ukalaca olduğuna emin. Hakikaten yaptıklarım şimdilik şekli olmaktan ileri gidemiyor ama hiç olmazsa Cambridge Philosophical Society’nin mecmuasına kabul ettirebilirsem hocama büsbütün vaktimi ziyan etmediğimi gösterir diye ümit ediyorum…”
Bu dönem ilk olarak “Tek Boyutlu Bir İstatiksel Mekanik Sistem” makalesi Almanya’da çok ilgi gördü. Haziran 1950’de “Kuaterniyonlaın Alan Denklemlerine Uygulanması” adlı tezi ile Imperial College Matematik bölümünden doktorasını aldı. “İki Bileşenli Dalga Denklemleri Üzerine” başlıklı makalesi Physical Review dergisinde yayımladı. 1950–1951 yılını Cambridge Üniversitesi’nde, genel relativite, konform grup ve kuaterniyonlarla ilgili araştırmalarına devam ederek geçirdi. Bu dönemde tanıştığı Freeman Dyson (Princeton İleri Araştırmalar Enstitüsü’nde Matematik Profesörü) Feza Bey için şöyle demişti: “Normal bilim adamlarının ancak yıllar sonra önemini kavrayabileceği konularda temel katkılar yapabilen, zamanının çok ilerisinde olabilen ender insanlardan biridir.”
1951-1957 yılları arasında büyük matematikçi Cahit Arf’ın (1910-1997) desteği ile İstanbul Üniversitesi Tatbiki Matematik Kürsüsü’ne asistan olarak girdi. 1953 yılında “Spinli Elektronların Klasik ve Dalga Mekaniği” adlı tezi ile doçent ünvanını aldı, bir yıl sonra Tatbiki Matematik Kürsüsü’ne doçent olarak atandı.
1954-61 yılları arasındaki öğretim üyeliği boyunca Türk bilim tarihinin ilk ve son Teorik Fizik Kürsüsü’nün temelini oluşturan iki öğretim üyesinden biri olarak kürsünün geleceğini hazırlamıştı.
1952 yılında İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi asistanlarından Suha Pamir ile evlendi ve 1954 yılında Suha ve Feza çiftinin tek çocukları Yusuf dünyaya geldi. 1957-1961 yılları arasında, Atom Enerjisi Komisyonu’nun bursu ile ABD’de Brookhaven Ulusal Hızlandırıcı Laboratuvarı’nda bulundu. Bu dönemde Brookhaven Ulusal Hızlandırıcı Laboratuvarı, Princeton İleri Çalışmalar Enstitüsü ve Columbia Üniversitesi’nde fizik dünyasının parlak beyinleriyle birlikte çalıştı. Ona hayranlık duyan Nobel Fizik Ödüllü Wolfgang Puali, atom bombasının babası J. R. Oppenheimer ve yine Nobel ödüllü fizikçiler E. Wigner, T.D. Lee ve C. N. Yang ile tanıştı ve onlarla dostluk kurdu. Feza Gürsoy’un bu çevrede adını duyuran ilk çalışması yük bağımsızlığı ve baryon korunumu ile Pauli transformasyonunun ilgisini gösteren makalesidir. Wolfgang Pauli, ünlü Rus fizikçisi Lev Landau‘ya yazdığı mektupta bu makaleden bahsetmekte ve Heisenberg ile çalışmalarında bu simetriyi kendi spinor modellerinde kullanmayı düşündüğünü söylemektedir.
Gün Işığını Türkiye’ye Sokmak
1950’li yıllarda Türkiye, bilim ve teknoloji bakımından çöl durumunda. Fakat yurt dışında öğrenim gören genç beyinler, Türkiye’ye gelip gitmeye başlıyor ve üniversitelerde bir dinamizm yaratmaya çalışıyor.
Gürsey, 1951 yılı sonunda Kandilli Rasathanesi’nde zaman servisinin Quartz saatlerinin çalıştırılmasında görevlendirileceği için iki ay Greenwich Rasathanesi’nde pratik yaptıktan sonra yurda dönmesini isteyen bir yazı ile İstanbul’a çağırıldı.
İstanbul’a döndükten bir müddet sonra İ.Ü Tatbiki Matematik kürsüsünde asistan oldu ve 1952 yılında İ.Ü Fen Fakültesi asistanlarından Suha Pamir ile evlendi. 1953’te sınavı kazanarak doçent unvanını aldı. 1954 yılında da Tatbiki Matematik kürsüsüne doçent olarak atandı.
Soldan saga: Erdal Inonu, Cahit Arf ve Fikret Kortel
1950’lerde Feza Gürsey, Fikret Kortel ve Cahit Arf, “gün ışığını Türkiye’ye sokmak”, yeni fikirleri yaymak ve üzerinde çalışabilmek için seminer ve dersler yapıyorlardı. Bu derslere öğrenciler, asistanlar hatta bazı hocalar girerlerdi. Gürsey’in sekreterliğini yaptığı 1952 yılında düzenlenen uluslararası büyük mekanik kongresi, Prof. Dr. Erdal İnönü ile Feza Gürsey’in tanışmasına neden oldu ve dostlukları hep sürdü. Kongreye Abdus Salam (1926-1996, Nobel Fizik 1979) ve Behram Kurşunoğlu (1922-2003) da katılmıştı. Abdus Salam, Steven Weinberg ve Sheldon Glashow ile birlikte zayıf ve elektromanyetik kuvvetlerin aslında tek bir kuvvetin görünümleri olduğu keşfetmişti. Kurşunoğlu ise bir kaç kere Nobel’e aday gösterilmişti. Fen Fakültesi’ndeki yeniliği dışlayan tutuma ve ilgisizliğe rağmen Gürsey çalışmalarını sürdürdü. Klasik spinli elektron, kuaternionların reletaviteye uygulanması ve konform grup üzerindeki makaleler yurt dışında ve İstanbul Üniversitesi dergisinde yayımlandı.
Amerika yılları
1957 yılında, Feza Bey Atom Enerjisi Komisyonu’nun bursu ile ABD’de Brookhaven Ulusal Laboratuarı’na gitti. Burada Wolfgang Pauli ile çalışması ve Pauli’nin ona verdiği önem, diğer fizikçiler tarafından fark edilmesini sağladı. Pauli, son derece bilgili ve fizikçiler için güçlü bir eleştirmendi. Kolay kolay kimseyi beğenmezdi; ama Feza Gürsey başkaydı.
Freeman Dysonile burada tekrar karşılaştılar ve Feza Bey onun önerdiği Kuantum Elektrodinamiği hesabını çabucak bitirip onu yine şaşırtmayı başardı.
Gürsey, 1959 yılının Aralık ayında annesine yazdığı bir kartta Amerika’da çevresindeki uluslarası atmosferi ve bilimi evrenselliğini pek güzel anlatır:
“Sen nasıl Sorbonne’da büyük hocalarla temas edince yeni bir âlem keşfeden bir seyyahın heyecanını duymuşsun, ben de hakiki fiziği keşfetme heyecanını bu defa Amerika’da hissettim. İngiltere’de keşfettiğim fizik değil kültür dünyasıydı. Senin gençliğinde Sorbonne, Göttingen, Cambridge ne ise, şimdi de Princeton, Brookhaven, Berkeley öyle oldu. Onun için senin gençlik tecrübeni ben ancak bu yaşta anlıyorum. İlim sahnesi de değişti. Eskisine nazaran çok beynelmilel bir mahiyet aldı. Milli yarışlar ve izzeti nefisler, hiç olmazsa demir perdenin bu tarafında adeta silindi. Geçen gün enstitüde (Princeton) yemek yerken şöyle bir etrafıma baktım. Amerikan konfor ve temizliği ile el ele bir ağırbaşlı İngiliz atmosferi var. Masamda inanılması güç bir fizikçi grubu: Harpte dövüşmüş, esir düşmüş ve üç sene zindanda kafasından fizik çalışmış bir genç Alman, Almanların ailesine işkence ettikleri bir Hollanda Yahudisi, Arnhem’e paraşütle atlamış sabık genç bir İngiliz zabiti, daha dün düşman olan, şimdi beraber çalışan bir Japon ve bir Amerikalı, en nihayet şu anda fiziğe hükmeden ve bütün bu grubun hayranlığını celbeden iki genç Çinli…”
Cihan Saçlıoğlu’nun dikkat çektiği gibi “tam böyle uluslarası bir ün kazanmışken ve önünde prestijli yurt dışı iş olanakları varken” 1961’de Türkiye’ye döndü. Gürsey, 1974 yılına kadar Prof. Dr. Erdal İnönü’nün ısrarları ve uğraşları sonucunda Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Teorik Fizik Bölümü’nde profesör olarak çalıştı. Bu dönem içinde Türkiye’de teorik fizik alanında yapılan çalışmaları canlandırmaya uğraştı. Princeton ve Yale üniversitelerinden ünlü fizikçileri ODTÜ’ye davet etti ve onlara bir çok konferans lar verdirdi.
Fiziğe Katkıları
1961 yılına kadar Princeton, Columbia, Berkeley, Brookhaven arasındaki gidiş geliş döneminin fiziğe en önemli katkısı sigma modelidir. Bu model yıllar sonra elektrozayıf ve sicim teorilerinde çeşitli biçimlerde ortaya çıkmaktadır. Prof. Y. Nambu, Gürsey ile ilgili anılarında, sigma modelinin ilk ortaya atıldığı makalenin anlaşılamayıp, defalarca geri döndüğünü söylemiştir. Gürsey, doğadaki temel simetri ve matematik yapıları sezinlemekte olağanüstü bir seziye sahipti. Bulduğu simetriler ilk ortaya atılma nedenlerini aşıp yıllar sonra bambaşka temel problemleri çözmek için kullanılmışlardır.
Feza Gürsey’in öğrencilerinden fizik profesörü Meral Serdaroğlu, Feza Gürsey’in fiziğe katkılarını “istatistiksel fizik, genel görelilik, parçacıklar teorisi ve matematiksel fizik” giibi geniş bir yelpaze oluşturduğunu belirtir. “Grup teorisini çağdaş fiziğin problemlerine en etkili bir biçimde uygulamıştır. Kiral simetri, SU(6) simetrisi ve oktoniyonik yapı ile ilgili simetriler en önemli katkılarıdır. Bu çalışmaların en belirgin özelliği, doğadaki temel simetri ve matematiksel yapıların sezinlenmiş olmasıdır.”
Matematikçi Emmy Noether’in bir teoremi keşfiyle simetrinin fizikteki derin anlamı ortaya çıktı. Teorem kısaca, fizik yasalarındaki her sürekli simetri için ilgili bir korunum yasasının bulunduğunu söylemekteydi. Bir sistemden herhangi bir değişiklik yapıldığında sistem değişiklikten önceki durumunda kalıyorsa o sistemin bir simetriye sahip olduğu söylenir. Doğa, en temel varoluş düzeyinde simetri tarafından belirlenir. Matematikteki grup teorisi, simetrinin kendisini ifade ettiği en önemli dildir ve görünüşe göre doğanın yapısında temel bir rol üstlenmiştir. Bugün bildiğimiz dört temel etkileşimin evrenin başlagıcında birleşik bulunması, bu zarif simetrinin sonradan kırılması, temeldeki simetriye işaret etmektedir.
Günümüzde yürürlükte olan doğa yasalarıyla evrenin en erken dönemindeki doğa yasaları aynıdır. Doğa yasalarının zaman içinde aynı kalması, bir simetri gösterisidir. Sürülen bu iz şimdiye dek başarılı sonuçlar vermiştir. Fizikteki her korunum yasası (enerjinin korunumu, yük korunumu, baryon sayısının korunumu gibi) bir simetrinin görünümüydü. Simetri, doğa yasalarını anlamanın bir yol haritasıdır ve bunu erkenden gören fizikçilerden biri de Feza Gürsey’dir.
Feza Gürsey 1961 yılında ünlü bir fizikçi olmuşken Türkiye’ye geri döndü. Prof. Erdal İnönü’nün ısrarları ve uğraşları sonunda, İstanbul Üniversitesi’nden (İÜ) ayrılarak yeni kurulan Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Teorik Fizik Bölümü’nde Profesör olarak çalışmaya başladı. ODTÜ’de görev yaparken fiziğin en son sınırlarında yapılanları takip edebilmek için kısa süreli izinlerle Princeton ve Yale üniversitesine gitti. O yıllarda fizik bölümünde okuyan öğrenciler, asistanlar, diğer hocalar, Feza Bey’in ODTÜ’ye getirdiği, Nobelli ve Nobelsiz ünlü, lider fizikçileri, yakından tanıyıp dinleme şansını yakaladılar.
1964 yılında Feza Bey ve Prof. L. Radicati SU(3) simetrisi ile kuarkların relativistik olmayan spinlerini birleştirip SU(6) simetrisini ortaya koydular. Simetri, hemen deneyle doğrulandı ve Feza Bey dünya çapında bir ün kazandı. İlerideki yıllarda, Kuantum Kromodinamiğinin (QCD) keşfedilmesinden sonra SU(6) simetrisinin işaret ettiği soruların ve bakış açısının zamanındaki deneysel başarısından daha da önemli olduğu ortaya çıktı. 1970’lerde, günümüzde de fizikçilerin hayran olduğu İstisnai grupları, özellikle E(6)’yı fizik sahnesine yerleştirdi. Feza Bey grup teorik yöntemleri geliştirip, yeni matematik yapıları fiziğe dahil ederken genel relativite dahi uçuk bir konu sayılıyordu.
Gün Işığından Rahatsız Olanlar
Cihan Saçlıoğlu’nun belirttiğine göre Feza Gürsey, tam uluslarası bir üne kavuşmuşken ve önünde prestijli yurt dışı olanakları açıkken 1961’de Türkiye’ye döndü ve 1974 yılına kadar ODTÜ’de çalıştı. Orada Teorik Fizik Kürsüsünü kurdu ve çok sayıda öğrenci yetiştirdi. 1968 yılında Yale Üniversitesi emekli olan Prof. G. Breit yerine Feza Bey’e profesörlük teklif etti ve ODTÜ’deki görevine devam etmesini de kabul etti. Böylece Yale ve ODTÜ arasında öğrencileriyle birlikte yıllık gidiş gelişler başladı. Gün ışığının gireceği pencereyi ardına kadar açmıştı Feza Gürsey. Fakat çok geçmedi ve beklenin an geldi: 1974 yılında ODTÜ rektörü Prof. Tarık Somer, ‘Türkiye’nin seviyesine ve ihtiyaçlarına uygun olmayan üst düzeyde araştırma yaparak zararlı örnek olmak ve sık sık ücretsiz izinli olarak bilim merkezlerinde çalışmak ve bu bilimsel alış-verişe öğrencilerini de katmak’ gerekçeleriyle onu istifaya davet etti. Etmeyince izini kaldırıldı ve böylece 1974 yılında ODTÜ’den ayrılmak ve Yale Üniversitesi’ne gitmek zorunda bırakıldı. Prof. Metin Gürses’in deyişiyle Gürsey “ikinci çocuğu ODTÜ’den” ayırılıyordu. 1977 yılında Yale Üniversite’nde Nobel ödüllü fizikçi J.Williart Gibbs kürsüsünün profesörlüğüne seçildi. 1968–1992 yılları arasında Feza Bey’in çalışmaları, parçacık fiziği fenomenolojisini, büyük birleşme modellerini, süper cisimleri, grup teorisinin nükleer fizik ve genel relativitede kullanılmasını, istisnai grupların fiziğe kalmak üzere yerleştirilmesini, Skyrmiyonların ve Kerr-Schild geometrilerinin incelenmesini içine alan geniş bir yelpaze oluşurdu. Gençlik yıllarından beri ilgi duyduğu, kuaternion ve oktonionların fizikteki rolü ve Einstein’ın rüyası olan büyük birleşme teorileri üzerinde çalışmaları son gününe kadar devam etti.
Gürsey’in çalıştığı ortamda Lee, Yang, Feynman, Gell-Mann, Glashow, Weinberg, Bjorken gibi fiziğin yeni kuşak beyinleri vardı. Feza Gürsey, 1974’te ODTÜ’den ayrılmak zorunda bırakılma nedenlerini, Prof. Dr. Mustafa Parlar Eğitim ve Araştırma Vakfı’nca verilen Bilim Hizmeti ve Onur Ödülü töreninde (1989) anlatmıştır:
“Birincisi, sık sık ve ücretli izinli olarak dışarıdaki bilim merkezlerinde çalışmam ve bu bilimsel alışverişe öğrencilerimi de katmam. İkincisi, Türkiye’mizin seviyesine ve ihtiyaçlarına uygun olmayan üst düzeyde bir araştırma yaparak gençliğe zararlı bir örnek olmam.”
19 Ocak 1977’de temel parçacık fiziğine yaptığı katkılardan dolayı Amerikalı teorik fizikçi Sheldon Glashow ile birlikte Oppenheimer Ödülü’nü aldı (Glashow, Bjorken ile birlikte daha 1964’te dördüncü bir kuarkın (tılsımlı/büyülü) varolduğunu ileri sürmüştü. 1979’da Abdus Salam ve Steven Weinbeng ile birlikte Nobel Fizik Ödülünü kazandı).
Ödül için kendisini tebrik eden öğrencilerine, ODTÜ’den ayrılmak zorunda bırakılışının ülkeye verdiği zararı anlatmak için “Ödül, Yale ile Harvard arasında paylaşıldı yazıldı. İsterdim ki, ODTÜ ve Harvard arasında paylaşıldı desinler”demiştir.
Feza Gürsey 1971 yılından 1991 yılındaki emekliliğine kadar Yale Üniversitesi Fizik Bölümü’nde çalıştı. 1991 yılındaki emekliliğinden sonra Türkiye’ye döndü, Boğaziçi Üniversitesi’nin davetini kabul ederek Fizik bölümündeki odasına yerleşti. Bu sene içerisinde yakalandığı prostat kanseri nedeni ile 13 Nisan 1992’de Yale Üniversitesi’nin hastahanesinde vefat etti.
Feza Gürsey Enstitüsü, Boğaziçi Üniversitesi ve TÜBİTAK (Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Konseyi)’ne bağlı; fizik araştırmaları için 1983 yılında Erdal İnönü tarafından Temel Bilimler Araştırma Enstitüsü adı ile kurulan enstitü. Tosun terzioğlu’nun TÜBİTAK Başaknlığı döneminde Erdal İnönü’nün de desteğiyle enstitünün adı Feza Gürsey Enstitüsü’ne dönüştürüldü. Enstitü, İstanbul’daki Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Kampüsü içinde yer alır. Matematik ve teorik fizik dallarında araştırmacılara ev sahipliği yapar.
Hakkında Neler dediler?
Feza Gürsey, fizik ve matematik aşkının yanı sıra değişik merakı ve bilgisi olan bir entelektüeldi. Şiir, Selçuklu mimarisi, tasavvuf edebiyatı, Wagner operaları, soyut sanat gibi çok değişik konu hakkında derin bir bilginin verdiği kolaylıkla, son derece akıcı bir şekilde konuşabilirdi.
Meral Serdaroğlu (Fizik Profesörü): “Biz öğrencileri, çalışma arkadaşları, dostları hepimiz ondan sürekli bir şeyler öğrenirdik. Çok iyi bir anlatıcıydı. Etrafını alır, büyülenmiş büyük bir zevkle dinlerdik. Hiçbir zaman boş laf konuşulmazdı, her zman ber şeyler üretilir, bir şeyler kazanılırdı… Onunla beraber oldukça ne kadar cahil ve dar görüşlü olduğunuzu anlardınız ama Feza Bey size bunu hissetrimez; adeta elinizden tutar, ufkunuzu genişletmeye alır götürürdü.”
Namık Kemal Pak (Fizik Profesörü) : “Ülkelerin ve kurumların dünya haritasındaki yerini, o ülkelerin evrensel ölçekteki insanları belirler. Dünya bilim camiası ülkemizi, 1950’li yıllarda Feza Gürsey’in çalışmalarıyla tanımıştır.”
Mehmet Ali Alpar (Astrofizik Profesörü): “Amerika’da doktora öğrencisi olduğum yıllarda hafta sonları evlerine giderdim. Evleri her zaman öğrencilere açıktı. Herkesin dertleri, dersleri, yaptıkları, sorunlarıyla ilgilenir, bunları sahiplenirlerdi.” Alpar, Feza Gürsey’in 1968’de yaptığı bilim ödülü konuşmasının ikinci bölümünü yeni kurulan “Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı”nın başındaki Nihat Ergün’e postaladı.
Ali Nesin (Matematik Profesörü): “Bir portre. Babama kim olduğunu sordum. Canım benim dedi sevgi dolu bir sesle. Reşit Bey (Feza Beyin babası) babamın Kuleli askeri lisesinde öğretmeniydi…Üniversite öğrenimi için Amerika’ya gitmek istiyordum. Feza Bey Yale Üniversitesinde fizik profesörüydü. Babam aracılığıyla yazışmaya başladık. Sonradan fikrimi değiştirip Fransa’ya gittim… 1980 yazıydı. Feza Gürsey ve ailesi Fransa’ya geldi. Fransa’nın ve dünyanın en gözde bilim merkezlerinden biri olan Collège de France’da ders vermeye gelmişti. Derslerine gittim. Salon tıklım tıklım doluydu. Dinleyicilerin Feza Bey’in söylediklerinden tek bir söcük kaçırmak istemedikleri belliydi. Dersinden pek bir şey anlayamadım. Nasıl anlayabilirdim ki üniversitenin üçüncü yılını daha yeni bitirmiştim ve matematik bölümündeydim. Ama bir dakika olsun gözümü kırpmadım. Kırpmak istemediğimden değil Feza bey kırpmama izin vermedi.”
Ester Costa Meyer (Yale Üniversitesi Beşeri Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi) şöyle diyor: “ Feza’nın dünyasının ne merkezi ne de demir perdeleri vardı. Hiç bir zaman onun everensel boyutlarına erişememize rağmen bilgimizin sınırlarını tarihsel ve coğrafi olarak genişletirdi. Bize tüm medeniyetlerin mirasçısı olduğumuzu öğretti.”
Samuel W. MacDowell (Yale Üniversitesi Fizik Profesörü):“İnsanlara ilgi gösterirdi: son derece farklı köken, yaş milliyet ve inanıştan insanlara değer verirdi. Ofisi de, evi de her zaman bir ziyaretçi, meslektaş veya dostunun ziyaretine açıktı. Öğrencilerine çok bağlıydı. Onlarla saatler geçirirdi.”
Cihan Saçlıoğlu (Fizik Profesörü), Feza Gürsey’in insanlar üzerindeki etkisi için şu örnekleri anlatmıştır: Kuantum elektrodinamiğinin dört kurucusundan biri olan Freeman Dyson (diğerleri Feynman, Tomonaga, Schwinger), 1940’lı yıllarda Feza Gürsey’i Londra’da tanıdığında “bütün fizikçilerin böyle olduğunu zannedip fiziğe biraz da bu sebepten girdiğini ”, geniş kültürlü, hoşgörülü olduğunu sanmıştı; ama Feza Beyin çok özel olduğunu görecek ve sonradan yanıldığını söyleyecekti.
1957’de, Wolfgang Pauli, kendisinden Princeton Enstitüsünde çalışmalarına devam etmesi için referans isteyen Feza Gürsey’e gönderdiği mektupta şöyle diyor: “Ben, seni tavsiye edebilir miyim diye düşünmüyorum, tam tersi, Princeton Enstitüsü’nü sana tavsiye edebilir miyim diye düşünüyorum.”Bu referansı veren Pauli, fizikçilerin çekindiği sert bir eleştirmendi ve kolay kolay kimseye olumlu not vermezdi.
1978’de Aspen, Colorado’da Feza beyin fiziğe soktuğu oktonionlar hakkında bir toplantı düzenleyen Murray Gell-Mann –ki 1955-75 yılları arasında parçacık fiziğinin lideri durumundaydı. Kuark teorisini
formüle eden iki fizikciden biriydi.
Bu alanda 1969 Nobel Fizik Ödülünü kazandi.
Bir çok kişiye yarı şaka olarak ‘Feza’ya tapınma toplantısına geliyor musun?’ diye takılıyordu. Gell-Mann da Feynman gibi efsane fizikçilerdendi.
Yandaki foto, Gell-Mann`a aittir.
O zamanlar üniversite öğrencisi olan matematikçi Ali Nesin, onun Fransa’da Fransızca verdiği konferanstaki dikkati ve kendi durumunu anlatırken “Sözlerini anlayamadığım çok güzle bir müzik dinler gibiydim. Varlığından ta küçüklüğümden beri kuşkulandığım gizemli bir evreni çok yakından tanıyordu Feza Bey.” diye anımsar.
“Physics Today” Diyor ki…
Amerikan Fizik Derneği’nin çıkardığı ‘Physics Today’ dergisinin Mart 1993 sayısında, Yale Üniversitesi Fizik Bölümü’nden çalışma arkadaşları Prof. S.W. MacDowell ve Prof. C.M. Sommerfeld’in yazdıkları anma yazısından kısaltılan aşağıdaki bölüm, Feza Gürsey’in fiziğe olan katkılarını ve yurt dışında gördüğü saygınlığı çok iyi anlatır:
“Yale Üniversitesi’nde J. Willard Gibbs Emeritus Profesörü Feza Gürsey, 13 Nisan 1992′de 71 yaşında hayata veda etti. Kendisi fiziksel problemlerde kullandığı matematiksel yöntemlerin (özellikle grup teorisi) özgünlüğü, zerafeti ve etkililiği ile hem de çok sayıdaki öğrencisi ile gayet yakından ilgilenen olağanüstü bir hoca olarak hatırlanacak…
Feza’nın temel parçacıkların grup teoretik özellikleri ve kuvvetli ve zayıf etkileşmelerin simetrileri hakkındaki ilk çalışmaları hemen ilgi çekti. Bunlarda kuvvetli etkileşmelerin ‘kiral’ adı verilen yeni bir simetrisi bulunduğu ilk defa öneriliyordu: Bu simetri son ve tam şeklini daha sonra meşhur lineer olmayan sigma modeli çerçevesinde buldu…
1962 yazında Brookhaven Ulusal Laboratuvarı’nda Luigi Radicati ile beraber kuvvetli etkileşmelerin spin ve üniter spinden bağımsızlıkları hakkında bir makale yazdı. Bunda SU(6) grubunun kuarklar için alçak enerjilerde geçerli bir yaklaşık simetri grubu olduğu ortaya konuyordu. Bu makalenin temel parçacıklar fiziğinde çok büyük ve kalıcı bir etkisi oldu…
Feza, bütün temel parçacık etkileşmelerini birleştirmeye aday teorilerin kurulmasına, E(6) ve E(7) gruplarına dayanan simetrileri önererek çok önemli bir katkı yaptı. Bu, istisnai Lie gruplarının fizikte ilk kullanılışları oluyordu. Feza’nın matematiksel fiziğe katkıları derin ve yenilik getirici cinstendi…
Mesela savunduğu kuaterniyonlara dayalı analitik fonksiyonların ayar teorilerinde kullanılması fikri, multi-instanton probleminin çözümünde daha sonra uygulandı. Derin ve geniş matematik bilgisini, fizikçiler ve matematikçilerin arasındaki iletişim kopukluğunu gidermek için kullandı. Özellikle Yale’de fizik ve matematik bölümleri arasında canlı bir alışveriş kurulmasında kuvvetli etkisi oldu…
Fizik ve matematik Feza’nın ilk aşklarıydı. Fakat o aslında çok daha geniş ilgileri olan bir insandı. Engin tarih bilgisi hem fizik ve matematiğin tarihini, hem de Ortadoğu’nun geçmişini ve geleneklerini kapsıyordu. Merakları edebiyat ve sanat dallarına, dünya olaylarına ve üçüncü dünya ülkelerinin adalet ve kalkınma arayışlarında çektikleri zorluklara kadar uzanıyordu…
Ölümü bütün fizik camiası için çok büyük bir kayıp oldu; fakat Feza’nın bıraktığı miras dostları ve gelecek fizikçi [nesil]leri arasında yaşamaya devam edecek.”
Feza Gürsey’in 68. Yaş günü için Yale Üniversitesi’nde 11 Nisan 1981’de “Sıradışı Uğraşlar” dersi verildi.
Eserleri
Feza Gürsey, teorik fizik alanında 120’den çok makale yazmıştır.Itzhak Bars; Alan Chodos; Chia-Hsiung Tze; Feza Gürsey, Symmetries in particle physics, New York 1984, ISBN 0306418010.
Ödülleri
- 1969 – Tübitak Bilim Ödülü
- 1977 – S. Glashow ile birlikte J.R. Oppenheimer Ödülü
- 1977- R. Griffiths ile Doğa Bilimlerinde A. Cressey Morrison Ödülü
- 1979 – Einstein Madalyası
- 1981 – College de France’da konuk profesör ve College de France Madalyası
- 1984 – İtalya Cumhurbaşkanı’nın Commendatore Nişanı
- 1986 – Roma’da Konuk Profesörlük ödülü
- 1989 – Türk Amerikan Bilimcileri ve Mühendisleri Derneğinin Seçkin Bilimci Ödülü
- 1990 – Galatasaray Vakfı Madalyası
Şiir ve Fizik ya da Şiir Gibi Fizik
Bizi besleyen iki kaynak var. Birisi bizimle kendine özgü diliyle konuşan Tabiat’ın kendisi; diğeri ise her gün gelişen ve zenginleşen matematik dili. Her iki kaynağı da gürleştiren mekanizma ise insanın araştırma ruhu!
–Feza Gürsey
“O zamanlar bütün bu hususiyetlerin pek farkında değildim. Yıllar geçti. Dalalet yolundan kurtulduğumu sandım. Sevgili meslektaş ve dostlarım Fikret Kortel ve Erdal İnönü gibi gerçek insanların yardımları sayesinde cehaletim bir miktar azaldı. Çilemin bir kısmını gurbette doldurdum. Teorik Fizik’te sakal ağartarak altmışıma geldim. Bu münasebetle eş-dosttan mektuplar, telgraflar aldım. Bunlardan bir tanesi çok ilginçti. Benden evvel Fahri Doktor payesini verdiğiniz ve cüppesini benden sonra giyecek olan, üstelik iki Yıldır koltuğunda Nobel Ödülü’nü taşıyan Pakistanlı dostum Abdüsselam’ın ta kendisiydi ve şöyle diyordu: “İlim tarikatının şeyhi Feza. Seninle aynı yolun dervişiyiz. ”
Fiziği Tasavvuf ve mimari süzgeçlerinden geçirerek yeni bir gözle süzmeye başladım: Geleneksel kültürümüzün yaratıcılığımızın iki büyük başarısı.. Ne yazık ki iki faaliyet alanı da XVII. asırdan itibaren bozulmaya, kendini tekrara başlamış; sonunda da mecburen kısırlaşmıştı.
Şair arkadaşım Asaf Hâlet Çelebi (1907-1958) dikkatimi Tasavvuftaki ince, girift ve tehlikeli kavramlara çeker, Fatih devrinden evvel derisi yüzülen Seyyid Nesimi‘nin mısralarını okurdu:
Derya-ı muhit cuşa geldi,
Kevn ile mekân huruşa geldi,
Sırr-ı ebed oldu aşikâre…
Yani, varlığı çevreleyen deniz coşup taştı. Kâinat ve Dünya kendinden geçti. Ebedi sır, gizlilik meydana çıktı. Bugünkü Fiziğin kavramlarını ona kendi diliyle, Küllük Kahvesi’nin çınarları altında anlatabilmeyi ne kadar isterdim!
Fizik’te vakum denilen en aşağı enerjili bir temel alan durumu vardır ki alanların denge durumudur. Bu vakumumun boşluk olmadığını, aksine, tıpkı Nesimi’nin tarif ettiği bir deniz gibi dalgalandığını ona açıklardım. Biz bu dalga ve köpüklere kuantum flüktüasyonları adını veriyoruz. Onlar gayet kesin olarak türlü geometrik şekillere bürünürler. Bunlara da enstanton denir. Modern alan teorilerinde bu çeşit geometrik strüktürlerin sınıflandırılmasını da her geçen yıl daha iyi öğreniyoruz. Halen ben, bu konuda çalışanlardan biriyim.
Vakumun bir de uyarılmış durumları, eksitasyonları var. Bunlar parçacık da olabilir, monopol gibi yeni cins kolektif yapılar da olabilir. Vakumun uyarılması Tasavvufta Varlık denizinin taşması gibi. Fakat bu parçacıklar doğrudan doğruya gözlenemiyorlar. Sırr-ı Ebed olarak gizli kalıyorlar. Bu olayın modern adı hapis (confinement) prensibi. Maddenin yapı taşları olan quark ve gloon isimli kuantumlar serbest parçacık olarak yaşayamıyorlar. Gözlenebilen çekirdek parçacıkları içinde mahpus kalıyorlar. İçine yerleştirdikleri nötron, proton gibi madde parçacıkları ile laboratuarda rahat rahat deney yapılabiliyor. O halde aralarında birleşip de bildiğimiz temel parçacıkları oluşturan quark ve gluon’lar nötron, proton, mezon şeklinde aşikâr oluyorlar, yani gözlemcinin meydanında beliriyorlar….
Bizi besleyen iki kaynak var. Birisi bizimle kendine özgü diliyle konuşan Tabiat’ın kendisi; diğeri ise her gün gelişen ve zenginleşen matematik dili. Her iki kaynağı da gürleştiren mekanizma ise insanın araştırma ruhu!
Yanlış anlaşılmasın! Hiç şüphesiz bugünkü yaratıcı bir bilim adamının Tasavvufa veya başka mistik ilhamlara ihtiyacı yoktur. Bulduklarını dile getirmek için matematiğin kavram ve yapıları ona yeterlidir. Diğer taraftan his kaynakları Tasavvufa uzanan yazar veya şair de Modern Fiziğin esrar ve güzellik dolu teorilerini ve olaylarını duymamışsa, bu, onun Evren’i sezişinden, hayat görüşü ve ifade kudretinden hiç bir şey eksiltmez. Ne var ki benim gibi, bazı doğulu meslektaşlarım gibi fizikçiler üzerinde çalıştıkları, anladıkları ve ilettikleri bir konuda bazı olağanüstü kanun ve fikir yapılan ile karşılaşırlarsa olayların ve mantığın bu nadir mimarisi de bize eski kültürümüzden miras kalan, havasını hala içimize çektiğimiz bir his, hayal ve müphem düşünce âlemini hatırlatıyor, onun ana hatlarıyla bir uyuşuma giriyorsa, ben derim ki: böyle rezonanslar iç dünyamızı beklenmedik biçimde zenginleştirir, hayat görüşümüze yeni bir boyut daha katar, sanat ve bilim toplumlarımız arasında yeni köprüler kurabilir.”
Kaynakça:
Leon M. Lederman & Christopher T. Hill; Simetri (2004), Çeviren: Barış Akalın, Güncel Yay 2005
TÜBİTAK Bilim ve Teknik, Haziran 1992 (295. Sayı)
TÜBİTAK Bilim ve Teknik, Nisan 1994 (317. Sayı)
http://tr.wikipedia.org/wiki/Feza_Gürsey(11.12.2011)
Hazırlayan:Ramazan Karakale
Yorum Ekle